Türkiye 27 Mayıs 1960’ta tanıştığı darbelerden bugüne kadar rahat ve huzur görmedi. 27 Mayıs 1960 tarihi, Türkiye’de askeri darbelerin, postmodern müdahalelerin başlangıcı, bir başka deyişle miladı olmak açısından önemlidir. Ancak, darbeleri yapanlara, muhtıra verenlere zemin hazırlayanlar hep sivil iktidarlar olmuştur. Türkiye’de yaşanan ihtilalleri, postmodern darbeleri ve muhtıraları birebir yaşamış biri olarak zaman tünelinden geçireyim istedim.
14 Mayıs 1950 seçimlerinde iktidara gelen Demokrat Partinin sonunu getiren bu ilk darbeyi dün gibi anımsıyorum. 17 yaşlarındaydım ve o zaman da gazetecilik yapıyordum. O yıllarda televizyon yoktu. Olup bitenleri radyolardan öğreniyorduk. Radyolar da Devletin tekelindeydi. Sadece Ankara ve İstanbul’dan yayın yapılıyordu.
27 Mayıs 1960 öncesinde Türkiye’nin durumu hiç de iç açıcı değildi. Fanatik Demokrat Partililer Ana muhalefet Partisinin Genel Başkanı milli kahraman Merhum İsmet İnönü’ye bile fiili saldırıda bulunmak edepsizliğini göstermiş, çıktığı bir yurt içi gezisi sırasında Uşak’ta taşlatarak kafasını kırdırmışlardı. (Vatan Cephesi) adı altında hukuki hiçbir varlığı olmayan bir kuruluş oluşturulmuş, o günün şartlarında radyolardan sürekli olarak (VATAN CEPHESİNE KATILANLAR) anonslarıyla ölülerin adları bile okunur olmuştu. Şu gerçeği de kayda geçmesi açısından açıklayayım. Koyu bir CHP’li olan ve o yıllarda hayatta olan Babamın Amcasının (İbrahim Arıtürk) adı bile Vatan Cephesine katılanlar arasında okunmuş, bu duruma bir hayli öfkelenmiş ve adını verenlere sövüp, saymıştı. Bu arada Üniversiteler kaynıyor, sağ-sol çatışmaları alabildiğine ve gelişerek sürüyordu.
O yıllarda çimento, demir gibi önemli kalemler devlet eliyle vesikaya bağlanmıştı. Vesika alan iş adamlarının, müteahhitlerin hepsi de Demokrat Partiliydi. Yani, iş çığırından çıkmıştı. Demokrat Partili olmayan hiç kimsenin devlet dairelerinde işi yürümüyordu. Bütün bunları yaşamış biri olarak 1960 darbesine muhatap olan Demokrat Partinin pek de masum olduğunu iddia etmek, o günleri anımsadığımda bana hiç de mantıklı gelmiyor.
Yine o yıllarda, bugün neredeyse evliya mertebesine çıkarılan Başbakan merhum Adnan Menderes’in, bir emniyet müdürünün eşiyle ilişkisi olduğu söylentileri ayyuka çıkmıştı. Yassıada sorgulamasında konu edilen bir başka aşk davası ise Başbakan Menderes’in Opera Sanatçısı Ayhan Aydan ile olan ilişkisidir. Menderes, evli olduğunu bildiği halde bu opera sanatçısıyla aşk hayatı yaşamış ve ondan bir bebeği bile olmuştu. Ancak, daha annesinin karnındayken boynuna kordon dolanmış olan bebek dünyaya ölü olarak gelmişti. Bu durum Yassıada mahkemelerinin kayıtlarına BEBEK DAVASI olarak girmiştir. Tanık olarak dinlenen opera sanatçısı Ayhan Aydan durumu inkâr etmemiş, Menderes’e âşık olduğunu, ondan bir çocuğu olmasını istediğini, ancak bebeğin boynuna dolanmış olan kordan yüzünden ölü doğduğunu açıklamıştı.
1960 yılının 27 Mayıs günü saat 04:36’da Ankara Radyosu’ndan yapılan bir anonsla ordunun yönetime el koyduğu bildirildi. Anonsu yapan darbeyi gerçekleştiren subaylardan Albay Alparslan Türkeş’ti. Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile Başbakan Adnan Menderes gözaltına alınmışlardı. Darbeciler, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel’i İzmir’deki evinden pijamayla Ankara’ya getirterek, ihtilalin lideri ilân etmişlerdi. DP’nin icraatlarına karşı olduğu için zorunlu izne ayrılmış olan Kara Kuvvetleri Komutanı ihtilal gerçekleşmeseydi. 30 Ağustos’ta emekliye sevk edilecekti. Aynı Gürsel ihtilal öncesi Başbakan Adnan Menderes’e bir mektup yazarak, hükümetin gidişatının iyi olmadığı yolunda UYARIDA BULUNMUŞ bunun için mecburi izne sevk edilerek askeriye ile ilişiği kesilmek istenmişti. İhtilal günü Milli Birlik Komitesi Başkanı sıfatıyla radyoda bir açıklama yapan Gürsel, ihtilal süresince meclis yerine yasama organı şeklinde çalışması için kurulan Milli Birlik Komitesi’nin üyelerini açıklamış, yeni bir anayasanın hazırlanması çalışmalarına başlanacağını söylemişti. 28 Mayıs 1960 günü ihtilal komitesi tarafından kurulan Milli Birlik Hükümeti açıklanmıştı.
27 Mayıs 1960 ihtilalinin ilk günü, Demokrat Parti iktidarından bıkmış usanmış hemşerilerimizin, yolda gördükleri inzibatları omuzlarına alarak taşıdıklarını (YAŞASIN ORDU) diye tezahürat yaptıklarını dün gibi anımsıyorum.
Demokrat Partinin tutuklanan üst düzey yöneticileri YASSIADA’DA kurulan göstermelik mahkemede yargılandılar. Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edildiler. İçişleri Bakanı Namık Gedik darbenin yapıldığı gün intihar etmişti.
Şu gerçeği de belirtmekte yarar var. 1960 ihtilali çerçevesinde oluşturularak 9 Temmuz 1961 tarihli referandum ile kabul edilen ve 12 Eylül Darbesine kadar yürürlükte kalan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, insan hakları ve özgürlükler açısından çok önemli kazanımlar getirmiş, gerçekten çok önemli ve çağdaş bir anayasaydı.
1960 ihtilali öncesi yaşananların çok kısa bir özetini yaptıktan sonra yine de iktidarların normal yollardan ve seçimle geldikleri gibi, seçimle gitmelerinin esas olması gerektiğini anımsatalım. Ancak, ihtilale zemin hazırlayanların, siyasilerin kendileri olduğunu kabul etmek zorundayız.
Aradan yıllar geçti, demokrasi rayına girdi derken, 12 Mart 1971 Muhtırası yaşandı. Süleyman Demirel’in üçüncü Başbakanlığı dönemiydi. Dönemin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Güler, Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, Deniz Kuvvetleri Komutanı Celal Eyicioğlu, Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanına bir muhtıra vererek, hükümetin istifasını ve yeni bir hükümet kurulmasını istediler. Başbakan Süleyman Demirel de bu muhtıra sonrası istifa etti. Emir komuta zinciri içerisinde kansız bir şekilde gerçekleştirilen bu darbe bir ilk olma özelliği taşımaktaydı. Diğer ihtilallerin aksine partiler ve meclis kapatılmadı. Nihat Erim Hükümeti kurularak parlamenter sisteme devam edildi. Bu arada Cumhurbaşkanlığı seçimine katılmak için istifa eden dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler meclis tarafından ekarte edilerek, Cumhuriyet Senatosuna Cumhurbaşkanı kontenjanından atanmış olan Emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Fahri Korutürk Cumhurbaşkanı seçildi.
Emir komuta zinciri içerisinde gerçekleşen bir diğer darbe de 12 Eylül 1980’de yaşanmıştı. Yine bir Süleyman Demirel hükümetine karşı girişilen bu askeri darbe, dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve kuvvet komutanları tarafından gerçekleştirilmişti.
12 Eylül 1980 darbesi öncesi Türkiye’nin durumunu anımsayalım. 1980’e yaklaşıldığında yurdun hemen her köşesinden katliam haberleri geliyordu. Ülke adeta bölünmüş, kamplaşma doruk noktaya ulaşmıştı.
Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi İstanbul Maçka’daki evinin yakınlarında arabasında iken Mehmet Ali Ağca tarafından öldürülmüştü. Türkiye İşçi Partisi Adana eski İl Başkanı Ceyhun Can, yazıhanesinde öldürüldü. Malatya Ülkü Ocakları eski başkanı Mürsel Karataş İstanbul Sultanahmet’te öldürüldü. Fedai Dergisi sahibi MHP’li yazar Kemal Fedai Coşkuner İzmir Agora semtinde alışveriş yaptığı pazar yerinden dönerken kurşunlanarak öldürüldü.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyelerinden Cavit Orhan Tütengil, TRT İstanbul Radyosu prodüktörlerinden Ümit Kaftancıoğlu, MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak, MHP Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza Altınok evinde ve kızıyla birlikte, CHP İstanbul milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu İstanbul Şişli’deki işyerinde, Eski Başbakan Nihat Erim, Maden-İş Sendikası genel Başkanı Kemal Türkler sağ veya sol militanlar tarafından katledildiler. Bütün bu katliamlar tepki toplamakta ve darbeci zihniyetlilere zemin hazırlamaktaydı. Nitekim 12 Eylül 1980 günü, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ve Kuvvet Komutanları idareye el koydu.
Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen darbelerden biri de (POST-MODERN DARBE) olarak nitelendirilen ve 28 Şubat 1997 yılında yaşanan askeri müdahaledir. Bu darbe Necmettin Erbakan’ın Başkanlığındaki REFAHYOL hükümetine karşı yapılmıştır. Erbakan, Başbakanlıktan istifa ettirilirken, yerine geçmesi önerilen Tansu Çillerin Başbakanlığına geçit verilmemiş, Mesut Yılmaz hükümeti kurulmuştur.
Muhtıranın belirli bir nedeni olmamasına karşılık, askerler gerekçeyi ekonominin bozulmasına, paranın değerinin düşmesine, üniversitelerde başlayan öğrenci gösterilerine, sendikaların grevleri sonucu üretimin düşmesine, Aleviler ile Sünniler arasında çatışmaların başlamasına bağlamışlardı. İstanbul’da İsrail başkonsolosunun sol bir örgüt tarafından kaçırılarak öldürülmesi de gerekçeler arasındaydı.
28 Şubat Post Modern darbesi Refah Partisi Genel Başkanı Merhum Necmettin Erbakan’ın Başbakan ve Doğruyol Partisi Genel Başkanı Tansu Çillerin Dışişleri Bakanı olduğu REFAHYOL hükümetine karşı yapıldı. Türkiye siyasi tarihine geçen kararlar ve bu kararların uygulanması sırasında Türkiye’de siyasi, idari, hukuki ve toplumsal alanlarda yaşanan değişimlere neden olan bir süreçtir.
Başbakan Necmettin Erbakan’ın Libya’da, bir çadırda Muammer Kaddafi ile yaptığı görüşmede sarfettiği sözler muhalefet ve basın tarafından ağır bir şekilde eleştirildi. Yine o süreçte “Şeriat isteriz” diye bağıran sakallı, cübbeli ve âsâlı Aczmendîler gösteriler yapmaktaydı. Meşhur Susurluk olayı yine bu dönemde yaşanan dikkatleri çekici olaylardan biri oldu. Başbakan, konutunda tarikat liderleri ve şeyhlere iftar yemeği verdi. Sincan Belediyesinin düzenlediği (Kudüs Gecesi)nde sahneye konan Cihad oyunu tepki topladı. Fatih Camii’nde öğlen namazının ardından bir grup ellerindeki yeşil bayraklarla “şeriat isteriz”, “yaşasın Hizbullah” sloganlarıyla yürüdü. Bütün bunların ve benzeri olayların yaşanması sonucu 28 Şubat’ta askerler hükümete muhtıra vererek, hükümetin düşmesine yol açtı.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bugüne kadar yaşanan en kanlı darbe girişimi ise 15 Temmuz 2016’da gerçekleştirilen FETÖ kalkışmasıdır. Bu darbe halkın ve özellikle Türk Silahlı kuvvetleri içindeki ATATÜRKÇÜ generallerin, subayların karşı koymaları karşısında muvaffak olunamamış, ancak, tarihimize kara bir leke olarak düşmüştür.
15 Temmuz 2016’da gerçekleşen Fethullahçı Terör Örgütünün akim kalan darbe girişimi ise malum. 17-25 Aralık süreciyle başlayan olaylar, akim kalan darbe girişimiyle noktalandı. Ancak, hala sonu gelmedi. Bu darbede mevcut iktidarın hatalı tutumlarının etkili olduğunu bizzat yetkililerin (ALDATILDIK) demelerinden daha açık bir ifadeyle anlatmak mümkün mü…
Sözün özü, her ne kadar karşı olsak bile ülkede yaşanan darbelerde, muhtıralarda, post modern darbelerde mutlaka ama mutlaka dönemin siyasilerin de kabahatli oldukları gerçeğini asla aklımızdan çıkarmayalım.
Peki, bütün bu darbelerden, post modern müdahalelerden, muhtıralardan iktidarlar ders çıkarmışlar mı! Hiç zannetmiyoruz. Adaletin göğe çekildiği gerçeğiyle karşı karşıya bulunan bir ülkede yaşadığımızın farkında değil miyiz!
27 Mayıs 1960 ihtilalinin yıldönümüne yakın böyle bir yorum yaptık ki, milletimizin darbelerden neler çektiği daha iyi anlaşılsın, hiç kimseler, hiçbir dahili ve harici güç, cennet vatanımızda bir daha darbe girişiminde bulunmaya cesaret etmesin. İktidarlar da, darbelere zemin oluşturacak tutum ve davranışlardan kaçınsınlar. Unutmayalım, hatalar devam ederse, tarih tekerrür eder!
Yorumumuzu bir cümleyle noktalayalım. Cumhuriyet tarihimizde yaşanan darbelerden, muhtıralardan gerçekleştikleri dönemin siyasilerinin kusurları ve ihmalleri olduğunu da asla göz ardı etmeyelim. Darbesiz, muhtırasız, demokrasinin taçlandığı bir Türkiye’de yaşamak dileklerimizle…
ANEKDOTLAR
27 Mayıs 1960 darbesi sırasında YASSIADA’DA kurulan göstermelik mahkeme kararlarına karşı itiraz edildiğinde Mahkeme Başkanı Salim Başol’un “Sizi buraya tıkayan kuvvet böyle istiyor” sözleri kayıtlara geçmişti. Polatkan’ın sözlü savunması ise Başol’un “Öyle şey olmaz, kısa kes, az konuş!, Sizi on beş dakikadan fazla dinleyemeyiz.” sözleri ile son bulmuştu.
O günden, bugüne demokrasimizde ne değişti dersiniz!
***
12 Eylül 1980 askeri darbesinin yapıldığı dönemde, camide vaiz kürsüsünden cemaate hitap eden hatip sözü döndürüp dolaştırıp, Hazret-i Nuh’un (cümle peygamberlere salat ve selam olsun) asi oğluna getirerek şöyle söylüyordu:
-O’nun da adı KENAN’DI, o da kâfirlerdendi!
Bu vaizinden sonra vaiz, (KONUŞMASI KENAN EVREN’İ ÇAĞRIŞTIRIYOR) denilerek müftülük tarafından sürgün edildi.
***
12 Eylül 1980 askeri darbesi öncesinde olaylar tırmanmış, Türkiye’nin dört bir yanından katliam haberleri gelmekteydi. 12 Eylül darbesinden sonra, olaylar bıçakla kesilir gibi kesilmişti.
Merhum Süleyman Demirel bu gerçeğe işaret ederek o yıllarda şu soruyu sormuştu:
-12 Eylül 1980 öncesi meydana gelen zincirleme terör olayları nasıl oldu da 13 Eylül 1980 günü bıçakla kesilir gibi kesildi!!!
TAŞLAMA
ŞİMDİ KANAL İSTANBUL
TARTIŞILMAKTA EN ÇOK
KANAL İSTANBUL HALKIN
GÜNDEMİNDE YOKTUR YOK
BİL MİLLETİN GÜNDEMİ
İŞSİZLİK VE YOKSULLUK
RANT İÇİN YAPILAN BU
KAVGALAR YETSİN ARTIK
MİLLET İŞ, AŞ İSTİYOR
ONLARSA RANT PEŞİNDE
ONLARIN DERDİ VURGUN
MİLLET EKMEK DERDİNDE
HALA KANAL İSTANBUL
PEŞİNDEDİR HAZRETLER
YETMEDİ Mİ BUNCA RANT
GENÇLER İŞ İSTER BEYLER
BETONA DÖKMEK MİDİR
DOLARLARI İŞİNİZ
ÇOK KALMADI YAKINDA
ÇEKİLECEK FİŞİNİZ