DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın, yayınlanan programdan öne çıkan açıklamaları şu şekilde:
“İsrail ile Filistin arasında en tarafsız, en iyi ara bulucu Türkiye olabilirdi”
“Türkiye gibi büyük ve güzel bir ülke, zamanında gerçekten itibarı çok yükselmiş bir ülke, bütün bu zikzaklar ve U dönüşleri sebebiyle çok zarar gördü. Yani bu İsrail ile Filistin arasında, şu anda aslında en tarafsız, en iyi ara bulucu Türkiye olabilirdi. Fakat bu ara buluculuğu kim yapıyor? Katar yapıyor. Katar dediğimiz ülke bir ucundan diğer ucundan yarım saatte arabayla ulaşabildiğiniz bir ülke. Minicik bir yarımada ya. Hani nesi var? İşte doğalgazı var, oradan gelen bir ekonomik zenginliği var. Ama Katar’a bu ara buluculuğun düşmemesi lazım, koskoca Türkiye buradayken.”
“Ehud Olmert Ankara’ya adeta izin istemeye geldi”
“Bakın bir örnek vereyim. Ben Dışişleri Bakanı’yım. Ehud Olmert de İsrail Başbakanı. Yine böyle Filistin’le ilgili gergin bir ortam oluştu. Ve Ehud Olmert atlayıp Ankara’ya geldi. Dedi ki, ‘Ya benim bütün partim, kabinem bana büyük baskı yapıyor, askerî operasyon açısından, yani ben de bu baskıya dayanamıyorum artık’ falan diye; yani Ankara’ya adeta bizden bir izin istemeye, icazet almaya geldi. ‘Adeta’ diyorum hani. Çünkü diplomaside bunlar şeydir, işin diplomatik dili vardır, vücut dili vardır, söylenen vardır, söylenmeyen vardır; diplomatların konuştuğu vardır, siyasetçilerin konuştuğu vardır. Orası ayrı bir alan. Ben 3 yıl Avrupa Birliği Bakanlığı, 2 yıl Dışişleri Bakanlığı yaptığım için, orası ayrı bir alan. Ama sonuçta ne dedik biliyor musunuz? Bakın odada İsrail Başbakanı var. Başbakan Erdoğan var. Ben varım. Belki bir iki arkadaş daha. Ona cevabımız şu oldu. Yapamazsın arkadaş. Bu kadar.”
“4-5 ay İsrail Dışişleri Bakanlığı’nın ne telefonuna çıkıp ne yüz yüze görüştüm”
“O dönemde bizim diyelim ki İsrail Cumhurbaşkanı arıyor. Bizim Cumhurbaşkanı’nın telefona çıkıp çıkmaması. Başbakan arıyor. Başbakan arıyor. Bizim başbakanın telefona çıkıp çıkmaması. Bunlar bile elimizde çok önemli bir yaptırım gücü olurdu. Ben 4-5 ay İsrail Dışişleri Bakanlığı’nın ne telefonuna çıkıp ne yüz yüze görüştüm. Bir NATO toplantısında, Brüksel’de. Adeta yalvarırcasına. Kaç koldan haber gönderdiler. Bizim de oradaki NATO daimi temsilcimiz, büyük elçimiz dedi ki ‘Ya çok ısrarlı şey yapıyorlar’ dedi. ‘Çok ısrarlı’ dedi. O zaman dedim bizim buradaki şeye gelir dedim, buradaki ofise, süre de maksimum 10 dakikadır dedim. 10 dakika ne söyleyecekse dinlerim. Ondan sonra da gider o kadar dedim. Onun dışında bir şey yapamayız dedim. Gerçekten geldi 10 dakika dinledim ve gitti. Ya bunları yaptık. Yani çok bağırmakla, hamasetle, sonuç alamıyorsunuz.”
“Ülkeyi yönetiyorsanız, devleti yönetiyorsanız etkisi önemli, sonuç önemli”
“Bağırmak, hamaset, iç kamuoyunun belki duygularını tatmin ediyor. Yani içeride insanları sakinleştiriyor. Çünkü bir bakıma onların duygularına tercüman oluyorsunuz. Tamam, siyasette bu da önemlidir: Duygulara tercüman olmak. Ama ülkeyi yönetiyorsanız, devleti yönetiyorsanız etkisi önemli, sonuç önemlidir. Şimdi, Türkiye’nin mesela çok önemli bir ara buluculuk fonksiyonu vardı, değil mi? Yıllarca devam etti yani. Bu benim Dışişleri Bakanlığı dönemimde özellikle başladı. Biz ta Filipinler’de ara buluculuk yaptık yani. Dünyanın öbür ucunda yani. Filipinler hükümetiyle onların Müslüman azınlıkları arasında ara buluculuk yaptık Türkiye olarak.”
“Biz varken bu ülkelerin ara bulucu olması Türkiye’nin itibar kaybının bir sonucudur”
“Bütün bu içinde bulunduğumuz bu büyük coğrafya, İsrail’in şu anda egemenlik kurduğu topraklar da, Filistinlilerin toprakları da; bunların tamamı ama tamamı Türkiye’nin tarihî bağlarının, gönül bağlarının olduğu ve Türkiye’nin tamamen etki ve kontrol alanı olan yerler. Dolayısıyla bu işin doğal moderatörünün Türkiye olması lazım. Mısır bir eyaletti ya zamanında. Sadece bir eyaletti. E şimdi Mısır arabulucu oluyor, değil mi? Biz varken bu ülkelerin ara bulucu olması Türkiye’nin itibar kaybının bir sonucudur.”
“Başörtüsü meselesinde de ben o kadar emin olamıyorum”
“Haksa herkes için hak, adaletse herkes için adalet. Böyle yönetilmeli bu ülke. Onun için bu başörtüsü meselesinde de ben o kadar emin olamıyorum. Yani hatırlarsanız bu altılı masada birkaç kere çıkıp söylemek zorunda kaldık. Yani dedik ki ya tamam masada şu şu partilerle oturuyoruz ama bu başörtüsü sorunları bu partilerin geçmişiyle alakalı konulardır. Halbuki biz Türkiye’nin yarınlarına mutabık kaldık. Ve dolayısıyla yarınların Türkiye’sinde böyle bir zorluğun olmayacağını adeta kefili, garantisi biziz demek zorunda kaldık. Keşke onu demek zorunda kalmasaydık. Keşke yaygın kanat ya bu sorun bitti, artık bu ülke böyle bir sorun yaşamaz olsaydı. Ama değil.”
“Bir düşmanla savaşmıyorsunuz, daha iyinin mücadelesini veriyorsunuz”
“Siyasette farklı partiler birbirlerini düşman olarak görmemeli. Yani burada bir rekabet var. Yani bu ülkeye daha iyi hizmet etmenin bir yarışı var. Bir iddialar yarışı siyaset. Ama bir savaş değil. Yani bir düşmanla savaşmıyorsunuz. Daha iyinin mücadelesini veriyorsunuz. Ve daha iyiyi yaparım diye bir iddia ortaya koyuyorsunuz. Bundan ibaret yani. Onun ötesinde bir şey yok. Yani onu da herkesin anlaması lazım. Yani hayatımızda siyasetin yeri, ülke için önemi çok büyük.”
“Ciddi bir iç muhasebe süreci yaşadık”
“Biz seçim sonuçlarını gördükten sonra, önce 14 Mayıs, arkasından da 28 Mayıs, hemen bütün kurullarımızı topladık. Özellikle 28 Mayıs’tan sonra il başkanlarımızı böyle küçük gruplar halinde burada bu salonda topladık ve çok derinlemesine istişareler yaptık. Her biriyle gün boyu. Nerede hatalar yaptık, yaptıklarımızın hangisi doğruydu? Bundan sonraki stratejimizle ilgili, bundan sonraki tutumumuzla ilgili değişiklik gerekiyor mu? Vatandaşlarımıza daha iyi ulaşabilmek için, kendimizi daha iyi anlatabilmek için farklı neler yapabiliriz diye çok ciddi bir iç muhasebe süreci yaşadık.”
“Türkiye’de maalesef siyaset korku üzerinden,
nefret üzerinden, ötekileştirme üzerinden yapılıyor”
“Siyasette biliyorsunuz bir korku siyaseti vardır, nefret siyaseti vardır. Bir de gelişme, ilerleme üzerinden siyaset yapılır. Şu anda Türkiye’de maalesef siyaset korku üzerinden, nefret üzerinden, ötekileştirme üzerinden yapılıyor. Siyasi partiler ya da liderler kendilerini tanımlarken daha çok düşmanlarından bahsedip kendilerini anlatıyorlar. Sen kimsin diye soruyorsun, düşmanlarından bahsediyor. Bu düşman değişiyor. Yani bazen dış güçler olabiliyor, bazen bir başka siyasi parti olabiliyor, bazen göçmenler olabiliyor. Şu oluyor, bu oluyor. Ama biz bunun Türkiye için iyi sonuçlar getireceğini, ülkenin sorunlarını çözecek bir siyaset tarzı olduğunu asla düşünmüyoruz. Biz siyaseti ilerleme üzerinden, kalkınma üzerinden, hukuk ve adalet üzerinden, daha yüksek bir refah üzerinden tanımlayan, pozitif gündemle yürüyen bir alan olması gerektiğini düşünüyoruz.”
“Ülkenin özellikle ekonomik gücünü zayıflatıp arkasından
böyle yüksek perdeden konuşmanın hiçbir faydası olmuyor”
“Her olayda hamaset üzerinden siyaset çok kolay. Korkular üzerinden, düşmanlıklar üzerinden siyaset en kolayı. Yani sadece bağırıp çağırıyorsunuz o kadar. Ama sonuç alabiliyor musunuz? Söylediğinizin neticesi oluyor mu? Hani bir sözün ses yüksekliği vardır. İşte volume’ü açarsınız. Açtıkça bağırır, bağırır, bağırır. Sonu yok. Ama bir de sözün etkili olanı vardır. Yani o etkili söz kıymetlidir. Dolayısıyla ülke olarak sözünüz etkili mi? Sesiniz çok çıkıyor olabilir de sözünüzün bir etkisi var mı? Konuştuğunuzun bir etkisi var mı? Bu konuştuğunuz arkasından yeterince askeri ve ekonomik caydırıcı gücünüz var mı? Şimdi ülkenin özellikle ekonomik gücünü zayıflatıp arkasından böyle yüksek perdeden konuşmanın hiçbir faydası olmuyor.”
“Başka bir iddia ortaya koymak için DEVA Partisi’ni kurduk”
“Keşke Sayın Erdoğan’ın tutumu o 2002-2011 arasındaki o yapıcı, hani kucaklayıcı, rasyonaliteye dayanan ve işini bilen, liyakatli ekiplerle keşke Türkiye böyle yönetilseydi. Ama olmadı. Yani onun için ülkemize yazık oluyor. Daha fazla da yazık olmasın diye biz DEVA Partisi’ni kurduk. Başka bir iddia ortaya koymak için DEVA Partisi’ni kurduk. Kendimize göre, tabii herkese göre doğrular değişir, ama bize göre doğruların savunucusu olmak için biz DEVA Partisi’ni kurduk. Hak dedik, adalet dedik, güçlü ve büyük Türkiye dedik, ama bu da itibarla; yani bağırıp çağırarak değil. Çok bağırarak değil. Etkili konuşarak, etkili olan, bu bölgede etkili olan bir Türkiye dedik. Ve bu iddialarımızla arkasındayız.”
“Türkiye’de dönüşümlü bir zorbalık yaşanıyor”
“Hatice Babacan deyince bu sosyal medyada o kadar kirli şeyler var ki orada. Şimdi bir bakın, Hatice Babacan deyince Hatice Babacan ölmüş, bir Yahudi mezarlığında gömülmüş. Yani alçakça utanmadan bunu yapıyorlar yani. Halbuki benim halam hayatta. Şu anda Üsküdar’da yaşıyor yani. Ölmüş ve Yahudi mezarlığında gömülmüş. Hele hele kendini dindar, muhafazakâr diye tanımlayan o camiadan olduğunu iddia eden o camiadanmış gibi yapanların gerçek hayatta, gerçek medyada ve sosyal medyada bunları yapması var ya çok üzüyor ya. Yani bu değil yani. İnsanlık da bu değil, Müslümanlık da değil.”
“Siyasete girmek, insanlıktan çıkmaz anlamına gelmez”
“Ben bunu daha yeni işte geçen ay babamın cenazesinde yaşadım. O kadar çok eski dostlar geldi ki. Böyle 30’da 40’lı yaşlarını bildiğim ama şimdi 60, 70’li yaşlarına gelmiş. Çok uzun süredir görmediğim, bilmediğim insanlar ama akın akın geldiler. Ve hepsiyle çok eski hatıralarımız tazelendi. O ticaret döneminde olduğum, o küçük yaşlarda tanıdığım, bildiğim insanlar. Ama şunu gördüm. O güzel ilişki, o güven hiç unutulmuyor yani. Dolayısıyla çok dikkat etmek lazım. Bizim bir arkadaşımızın güzel bir sözü var. Siyasete girmek, insanlıktan çıkmak anlamına gelmez diye. Dolayısıyla biz ona dikkat etmeye çalışıyoruz.”
“Acıyı paylaşmak çok insani bir şey”
“Sayın Erdoğan babamın vefatından birkaç gün sonra aradı. Annemin vefatından da hemen sonra hemen bir saat içinde falan aradı. Dua etti. Ben de kendisine ve ailesine dua ettim. Öyle bir telefon görüşmemiz oldu kendisiyle. Sayın Gül cenazeye namazına geldi, taziyeye geldi. Bunun dışında çok sayıda bakan telefon etti. AK Parti’den veya başka partilerden çok sayıda siyasetçi taziye için ya aradı, ya geldi, ya sosyal medyada paylaşımlarda bulundular. Yani böyle acı günde kederi paylaşmak, acıyı paylaşmak çok insani bir şey.”