Siirt’te, dini ilimler açısından otorite sayılan biri, öylesine kibirliydi ki, sanki “küçük dağları ben yarattım!” havasındaydı. Buna ders vermek işi yine Siirtli bir meczuba düştü. Meczup Siirtli, bu kibirli din adamına bir ders vermeyi aklına koymuştu. Bir gün divanına giderek, müritlerinin önünde O’na şöyle bir soru yönetir:
-Şeyh Hazretleri, ben en çok şu hususu merak ediyorum. Acaba, Yüce ALLAH’IN ilmiyle, insanoğlu’nun bilgisini mukayese etmek için, nasıl bir misâl vermek gerekir.
Kendisini bilge gören din adamı istihza eder bir tavırla söylenir:
-Düşündüğün şeye bak! Hiç Yüce Allah’ın ilmiyle, insanların ilmini mukayese etmek mümkün olur mu! Amma, madem sordun sana cevap vereyim!
Bunu söyleyen sözde allame, önündeki büyük bir parşömen kâğıdının ortasına kaleminin ucuyla bir NOKTA koyar ve sözlerine şöyle devam eder:
-Teşbihte hata olmazsın. Şâyet Yüce ALLAH’ın ilmini bu parşömen kâğıdı kadar kabul etsek, geçmişte kalan, yaşayan ve gelecek bütün insanların ve cinlerin ilimleri ancak bu nokta kadar olur!
Verdiği misâldeki isabetinden dolayı meclisteki müritlerini kibirle süzen din adamı, meczubun verdiği ders mahiyetindeki cevap karşısında şaşırır kalır. Çünkü meczup bu sefer kendisine şöyle bir soru yönetir:
-Gerçekten çok isabetli bir örnek. Peki Şeyh Hazretleri, şimdi de bu nokta içinde, ilminize düşen payı gösterir misiniz!
Meczuptan aldığı cevabın mânasını kavrayan din adamı, o günden sonra kibri, gururu bırakır, çok mütevazi bir din adamı olmanın yolunu bulur..
YORUMLAR