Bütçe açığının kapatılması için (bu israf varken kapanmaz ya!) vergi üstüne vergi geliyor. Nitekim geçtiğimiz hafta içinde mevcut vergilere:
*Konaklama vergisi,
*Değerli Konut Vergisi ve
*Dijital Hizmet Vergisi
Adları altında yeni vergiler eklendi.
Öyle anlaşılıyor ki, devlet yeni vergiler ihdas etmek konusunda bir hayli zorlanmaktadır. Bir kıyak yapalım ve bir anekdottan yola çıkarak yetkililere çok iyi kaynak sağlayacak, kimseleri gücendirmeyecek(!) bir vergi türünü anımsatalım.
Öyle anlatılır ki, zamanın birinde tıpkı AKP döneminde Türkiye’nin düştüğü duruma düşürülen ve tek adam iradesiyle (SALTANAT) yönetilen bir ülkede, aşırı israflar yüzünden hazine tamtakır olunca Padişah vezirlerini toplayarak yeni bir vergi ihdas edilmesini istemiş: -Ancak, bu öyle bir vergi olacak ki, halk, bunu seve-seve versin! demiş ve yeni ihdas edilecek böyle SEVİMLİ BİR VERGİ konusunda fikirlerini sormuş. Soruya uygun cevabı, haliyle vezirlerin en akıllısı(!) olan baş vezir sunarak demiş ki:
-Padişahım, ben diyorum ki (AKIL VERGİSİ) adı altında bir vergi ihdas edelim. Halkımız, kendi kendisini (ÇOK AKILLI), (AKILLI) VE (AKILSIZ) olarak tanımlasın. Kendisini (Çok akıllı) olarak kabul edenden çok, sadece (akıllı) olarak tanımlayandan az, (akılsız) olarak tanımlayanlardan hiç vergi almayalım. Herkes kendisini (ÇOK AKILLI) zannettiği için, emin olun, en yüksek oranda AKIL VERGİSİ vermeyi seve-seve kabullenecektir!
Evet, Türkiye’de uygulanmadık bir AKIL VERGİSİ kaldı. Şimdi sıra, bu vergiyi uygulamaya gelmiş gibi:
İşin acı esprisi bir yana, öncelikle belirtmekte yarar var ki, İslam dininin kurallarına riayet ettiği havasını uyandırarak halkın dini duygularını sömürmeyi itiyat haline getirmiş olan AKP yetkilileri de bilirler ki, din-i İslam’a göre fakirlerden vergi almak HARAMIN TA KENDİSİDİR. İslam dininde sadece ve sadece zenginlerden, gücü yetenlerden vergi alınır. Borçları yüzünden İNTİHAR EDECEK kadar bunalıma girenlerden asla ve kata vergi almaz, vergi istemez. Tam zıddı, topladığı vergileri bu gibilere durumlarını düzeltsinler, yaşamlarını sürdürebilsinler diye dağıtır.
Türkiye Cumhuriyeti lâik bir ülke. Yani yasalar şeri kurallara göre işletilmiyor. Ancak, anayasaya göre SOSYAL bir devlettir.
“Türkiye Cumhuriyeti Anayasası Madde 2: Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir” der.
Şimdi Sosyal Devlet ne demektir, bunun açılımını yapalım. Sosyal devlet olmak, ileri demokrasiyle yönetilen bütün ülkelerin ortak vasıflarıdır. Türkiye’de olduğu gibi birçok ülkenin anayasasında SOSYAL DEVLET OLMAK ilkesi yazılı olsa bile, bir devletin sosyal devlet olup olmadığı icraatlarından belli olur.
Sosyal devlet, vatandaşların ekonomik ve sosyal durumuyla ilgilenen, onlara asgari bir yaşam düzeyi sağlamaya çalışan, aynı zamanda sosyal güvenliği ve adaleti temin edecek faaliyetlerde bulunan devlettir. Sosyal devletin tanımı genişletilebilir. Ancak bir tanımdan ziyade sosyal devlet ilkesi esas alınmalıdır. Bu ilke de vatandaşın sorunlarını çözme ve ondan yana tutum sergileme olarak ortaya çıkar. Sosyal devlet anlayışı, devletin, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği, yani sosyal adaleti ve böylece toplumsal dengeyi sağlamakla yükümlü olduğunu bilmesi ve buna göre eylemde bulunması demektir. Sosyal devlet anlayışı bir anda ortaya çıkmamıştır. Tarihin seyri devlet idaresinde bu ilkeyi gittikçe daha önemli hale getirmiştir. 19. Yüzyılın getirdiği sanayi şartlarında sermaye ve gücü olanın güçsüzün emeğinden faydalanarak koşullarını çok daha iyileştirmesi karşısında sömürülen kitleye bu kazanımdan bir pay sunmaması sosyal devlet anlayışını önemli hale getirmiştir. Sanayiyle birlikte halk ekonomik olarak aralarında uçurum olan sınıflara ayrılmıştır. Sermayesi olmayan ve ailesinden kendine servet devredilmeyen çok kalabalık insan kitleleri sadece hayatta kalabilmek için ağır koşullarda çalışmak zorunda kalmıştır. Kötü hayat koşullarının neden olduğu huzursuzluklar, zamanla sisteme karşı ses çıkarmayı sonuç doğurmuştur. Ekonomik sınıflar arasında tarafsız olan devlet bu kalabalık kitlenin gücüne karşı koyamamış ve belirli ölçülerde taraf tutmak zorunda kalmıştır. Devlet, iş hayatında dengeyi sağlamak için ücret karşılığında çalışan işçiden yana olması gerektiğini fark etmiştir. Çünkü işçi ekonomik olarak işverene bağlı olduğu için güçsüz taraftır. Haklarını korumak için devlete ihtiyaç duyar.
Sosyal devlet anlayışını halk iktidarlara kurdukları baskıyla adım adım hakim kılmıştır. Yine de bir aşamadan sonra devletlerin bütünüyle sosyal devlet olduğunu söylememiz mümkün değildir. Ancak ekonomik olarak ezilen sınıfların haklarını savunmak için çeşitli yöntemler devletin temel yönetim aracı olan hukuka girmiştir. Sendikalar, grev hakkı, iş sözleşmesi gibi haklar sosyal devlet anlayışının bir ürünü olarak zaman içerisinde ortaya çıkmıştır.
Sosyal devlet ilkesi gereğince toplumsal ilişkilerin düzenlenmesinde toplumun ortak faydası dikkate alınır. Sosyal adalet sağlanırken bireylerin arasında ayrım yapılmaz. Çünkü herkes doğduğu zaman bir devletin doğal vatandaşı olmaktadır. Birey eğer onu refaha eriştirecek yetenek ve imkânlardan yoksunsa arada bir uçurumun olmaması için devlet yoksunluk yaşayanlardan yana tutum sergiler. Daha açık ifadeyle devlet dolaylı da olsa zenginden alıp fakire verir.
Devlet, yukarıda bahsettiğimiz tutumu alırken hukuk içerisinde kalmakla yükümlüdür. Devletin elinde araç olarak vergi ve ücret politikası bulunmaktadır. Sosyal devlet zenginden daha fazla vergi almakta, fakirin de belirli bir ücretin altında çalıştırılmasına müsaade etmemektedir. Asgari ücret uygulaması bu amaç doğrultusunda getirilmiş bir uygulamadır. Ayrıca işçi lehine sigorta, tazminat gibi yükümlülükler de işverene yüklenmiştir.
Devlet sosyal adaleti sağlamak adına işçiden yana yer alırken bütünüyle işvereni cezalandıracak bir tutum içine de giremez. Bu olduğu takdirde ekonominin yaşaması söz konusu olamaz. İşveren iş yapamadığı sürece yanında kimseyi çalıştıramaz, üretemez ve devlete yararlı olamaz. Bu nedenle işçi, işveren ilişkisi de hukuk ile güvence altına alınmıştır.
Sosyal devlet ilkesinin gereği olarak devlet vatandaştan harcamalarla orantılı olarak aldığı vergilerle sosyal faaliyetler yürütür. Örneğin çalışacak durumda olmayan engelli vatandaşlara yardım yapar. Belirli bir gelir seviyesinin altında olan bireyler için sosyal politikalar uygular. Yine ekonomik olarak sosyal ihtiyaçlarını karşılayamayacak bireylerin yararına sosyal ve kültürel faaliyetler düzenler. Devletin kullandığı bütün bu araçlar sosyal devlet ilkesinin uygulanması amacıyladır.
Sosyal devletin özellikleri maddeler halinde aşağıdaki gibi özetlenebilir:
*Devlet ezilen kesimden yana tavır sergiler.
*Sosyal adaleti sağlamak devletin temel politikaları arasında yer alır.
*Gelir adaleti amaçlanır, ekonomik uçurumlarla savaşılır.
*Zor durumda olanların ihtiyaçları devlet tarafından karşılanır.
*Devlet sosyal politikalarla birlikte sosyal ve kültürel faaliyetler düzenler.
*Sosyal güvenlik devletin güvencesi altındadır.
*Devlet işçiyi işverene karşı hukuk ile korur.
Bütün bu gerçekler ışığında, fakirin ekmeğinden bile vergi alan (KDV) devletin ne İslam diniyle, ne de sosyal adaletle bir ilgisi kalmamıştır.
TAŞLAMALAR
EKONOMİK SORUNDUR
BUGÜN EN BÜYÜK SORUN
FAKİR TENCERESİNİN
DİBİ DELİKTİR BAKIN
DİBİ DELİK OLURSA
KAYNAMAZSA TENCERE
ÇOCUK FERYADA BAŞLAR
ÇIRPINMALAR BOŞ YERE
GENÇ İŞSİZLİK ÜLKENİN
EN BÜYÜK SORUNUDUR
YATIRIM FUKARASI
OLMANIN SONU BUDUR
ÜNİVERSİTELİ ELBET
DEVLETTEN İŞ BEKLİYOR
VATANDAŞ ÇOCUĞUNU
İŞ İÇİN OKUTUYOR
YORUMLAR