Bugünkü yazımızda, dilden dile anlatıla gelen bir anekdotu, duymayanlar varsa duyurmak için okuyucularımızın dikkatlerine sunalım istedik.
Anekdot şöyle:
Çok eski yıllarda, fakirlikten bunalan iki arkadaş, yurtlarını terk ederek yollara düşmüşlermiş. Bir gün, yeni gittikleri bir ülkede, büyük bir meydanda ahalinin toplandığını görüp, merak ederek sebebini sormuşlar. Meğer gittikleri bu yeni ülkenin padişahı ölmüş, ülkenin yeni padişahını seçmek işi de (DEVLET KUŞU) marifetiyle gerçekleştirileceğinden, ahali meydana toplanmış. Adına (Devlet Kuşu!) denilen kuş uçurulacak, ilk önce kimin başına konarsa, yeni padişah o olacakmış.
İki arkadaş yan yana durmuş, olup bitenleri merakla izlerlerken, yeni padişahı seçsin diye salınan devlet kuşu gelip, içlerinden birinin başına konmamış mı! Hemen, sarayın erkânı büyük bir saygıyla etrafına toplanarak, padişahlığını kutlamışlar. Alıp saraya götürmüşler. Açlık ve sefalet içindeyken birden bire Padişah olan şahıs, arkadaşını da baş veziri yapmış, böylece, bir vefa örneği sergilemiş.
Ancak, padişah seçilen şahıs, halka çok zulüm ediyor, devamlı vergiler salıyor, halkın iflahını kesecek uygulamalar tatbik ediyormuş. Başvezir olarak görevlendirdiği arkadaşı dayanamayarak kendisine söylemiş:
-Halka böyle zulmetme, yazıktır, günahtır!
Beriki cevap vermiş:
-Padişahlarını, kuş uçurarak tespit edecek kadar aptal olan ahaliye layık olan yönetim budur!
***
Anlattığımız anekdottan herkes kendisine bir hisse çıkarsın.
“BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ” KONUSUNDA SINIFTA KALMAK!
Gazetecilik, hakkı verilerek yapılırsa, gerçekte kutsal bir meslektir. AKP iktidarında nispeten gücünü yitirmiş ve susturulmuş olsa bile, mesleklerini gerçek anlamda icra eden gazeteciler yine de vardır. Medyanın ne kadar önemli olduğunu bilen AKP iktidarı, ilk iş olarak gazeteleri, televizyonları yandaşları adına satın alarak HAVUZ MEDYASINI oluşturdu. Mümkün mertebe muhalif ses çıkmasını önlemek için her türlü yöntemi uyguladı. Kimilerini parayla, kimilerini sopayla tedip etti. Bugün Türkiye’de gerçekleri yazan, söyleyen gazete ve televizyon sayısı bir elin parmağı kadardır. Merkez Medya dedikleri de sindirilmiş ve susturulmuştur. Türkiye’nin, en çok gazetecinin tutuklu ve hükümlü olduğu ülke olması bundan kaynaklanmaktadır.
Bir zamanlar DÖRDÜNCÜ KUVVETİ olarak tanımlanan MEDYANIN düşürüldüğü duruma bir bakınız. Parayla ve sopayla hizaya getirilen gazetecilere bakıyoruz da, ne durumlara düşürüldüğünü anlıyoruz. OYSA GERÇEK ANLAMDA GAZETECİ KAMUOYUNUN HEM SAVCISI, HEM AVUKATI HÜKMÜNDEDİR.
Savcı, vatandaşların sorunlarına sahip çıkan, kanuna aykırı faaliyetleri şikâyete bile gerek görmeden araştıran, hukuk adamıdır. Peki, gazetecinin yaptığı nedir. Gazeteci de, aynen savcının yaptığı gibi, burnuna gelen pis kokuların üzerine yürüyen, devlet kurum ve kuruluşlarında veya özel sektörde yaşanan yolsuzlukları, haksızlıkları elinde sağlam kanıt varsa, doğrudan yayan, ya da ihbar olacak mahiyette gündeme taşıyan kişidir.
Gazeteci, aynı zamanda halkın avukatıdır. Halkın sorunlarına bigane kalanları uyarmak, yapılan yolsuzlukları, hukuksuzlukları gündeme taşıyarak haksızlıklara uğrayan kesimlerin haklarını aramak gerçek gazetecilerin yaptıkları işler cümlesindendir. Yani, halkın avukatı hükmündedir.
Anayasamızda “Basın hürdür, sansür edilemez. Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.” denilmektedir. Basın hürriyetine bu kadar önem verilmesinin nedeni, medyanın kamuoyu oluşturmadaki etkisidir. Basın hürriyetinin olmadığı toplumlarda, halk doğru bilgi alamaz. Bu nedenle de doğru kamuoyu oluşamaz.
İşlerini doğru dürüst yapan iktidarların, gerçek medyadan korkuları olmaz. Ancak, pisliklere bulaşmış olanlar, yağmacı, talancı, yalancı iktidarların korkulu rüyası gerçek gazetecilerdir. Bunun için bir yerde halkın hem savcısı, hem avukatı hükmünde olan gazetecileri hep susturmak istemişlerdir.
Türkiye’nin, basın özgürlüğünde sınıfta kalmış olmasının ve dünyada en çok tutuklu-hükümlü gazetecinin bulunduğu ülke olmasının sebebi nedir, bu sorunun cevabını hiç düşündünüz mü!