Tıp ihtisası için ABD’ye giden doktor Ömer Musluoğlu görev yaptığı hastanede başından geçen enteresan bir hadiseyi şöyle anlatıyor:
Newyork’da Medical Center Hospital adlı bir hastanede görev almıştım. Bir hastaya gittim. Yaşlıca bir adam. Tahminen yetmişbeş yaşlarında. Kendisi ile İngilizce konuşuyorum:
-Kan vereceğim kolunuzu açar mısınız? dedim, sonra pazusunu açtım. Baktım pazusunda dövme şeklinde bir Türk bayrağı var. Çok ilgimi çekti. Kendisine sormadan edemedim.
-Siz Türk müsünüz?
Kaşlarını yukarıya kaldırarak “Hayır”
manasına işaret yaptı. Ama ben hala merak ediyorum:
-Peki bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir?
“Boşver” anlamında işaret yaptı. Ben yine ısrarla dedim ki:
-Fakat benim için bu bayrak çok önemli. Dikkatimi çekti. Çünkü bu benim milletimin bayrağı, benim bayrağım…
Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde sordu:
-Siz Türk müsünüz?
-Evet Türk’üm…
Bunun üzerine anlatmaya başladı:
-Yıl 1915. Sen hatırlamasın o yılları. Çanakkale diye bir yer var Türkiye’de. Orada savaşmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı. Ben Anzak’ım, Avustralya Anzaklarından. İngilizler bizi toplayıp dediler ki: “Barbar Türkler Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda. Birlik olup üzerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir.” Biz de inandık sözlerine vaatlerine. Savaşmak isteyenler arasına katıldık. İngilizler, Türklere karşı topladıkları askerlerin tamamını Çanakkale’ye sevkediyorlarmış. Bizi gemilere doldurup Mısır’a götürdüler o zaman. Mısır’da şöyle böyle birkaç ay talim gördük. Atış talimi. Ondan sonra da bizi alıp Çanakkale’ye götürdüler.
Her taarruzda bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Derken böyle bir taarruzda başımdan yediğim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmişim. Gözlerimi açtığımda kendimi yabancı insanların arasında gördüm. Nasıl korktuğumu anlatamam. Çünkü İngilizler bize Türkleri barbar, vahşi kimseler olarak tanıttı ya! Ama dikkat ettim. Yaralarımı sarmışlar. Bana hiç de öfkeli bakmıyorlar. Kendime geldim iyice bu defa çantalarında bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki onların yiyecekleri çok çok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı. Şoke oldum doğrusu. Bu adamlar isteseler şu anda beni öldürdüler. Ama öldürmüyorlar. Veyahut isteseler önceden öldürebilirlerdi. Halbuki beni cephenin gerisine götürdüler. Biz esirlere misafir gibi davranıyorlar. Bu duygularla “Yazıklar olsun bana” dedim. “Böyle asil insanlarla niye savaşıyorum ben. Niye savaşmaya gelmişim. Bu İngiliz milleti ne yalancıymış ne kadar Türk düşmanıymış” diyerek pişman oldum. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki. Bu iyiliğe karşı ne yapsam düşündüm durdum günlerce.
Nihayet bizi serbest bıraktılar. Memleketime döndüm. İşte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu dövme Türk bayrağını yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu işte.
Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti:
-Talihin cilvesine bakın ki o zaman ölmek üzere iken yaralarımı iyileştirerek, sıhhate kavuşmama çaba sarfeden Türkler idi. Şimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarfeden bir Türk. Ne garip değil mi? Avustralya’dan Amerika’ya gelirken bir Türk’le karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim. Size minnettarım. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar. Buna bütün kalbimle inanıyorum.
Peşinden nemli gözlerle:
-“Bana adınızı söyler misiniz? dedi.
-“Ömer” cevabını verdim.
Gayet merakla tekrar sordu:
-Peki niçin ‘Ömer’ ismini vermişler sana?
-Babam Müslümanların ikinci halifesinin isminden ilham alarak bana Ömer adını vermiş.
-Yahu senin adın Müslüman adı mı?
-Evet, Müslüman adı deyince yüzüme baktı, gözleri dolu doluydu, dedi ki:
-Senin adın güzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Mr. Josef Miller idi. Şimdiden sonra “Anzaklı Ömer” olsun. Peki, doktor beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu ?
-Tabii, Müslüman olmak çok kolay dedim.
Sonra kendisine imanın ve İslam’ın şartlarını anlatırım. Kabul etti. Hem kelime-i şahadet getiriyor, hem de çocuklar gibi ağlıyordu.
-Siz Müslümanlar tespih çekersiniz. Bana da bir tespih bulsan da, ben de yattığım yerden tespih çekerek Allah’ımı ansam olur mu?
Hemen bir tespih bulup kendisine getirdim. Hasta yatağında tespih çekiyor, biz de gerektiğinde tedavisiyle ilgileniyorduk. Fakat benim için o daha bir başkalaşmıştı. Müslüman olmuştu.
Bir gün yanına gittiğimde samimi bir şekilde rica etti:
-Beni yalnız bırakma olur mu?
-Ne gibi Ömer amca?
-Ara sıra gel de bana İslamiyeti anlat! Sen çok güzel şeylerden bahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim ferahlıyor.
O günden sonra her gün yanına gittim. Bildiğim kadarıyla dinimizi anlattım. Fakat günden güne eriyip tükeniyordu.
Kaç gün geçti tam hatırlamıyorum. Hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum. “Doktor Ömer! Lütfen 217 numaralı odaya gelin!” dedim ki içinden “Bizim Ömer amca galiba yolcu?” hemen yukarı çıktım. Odasına vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi:
Sağ elinde tespih açık duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayrağı, göğsünde imanı ile koskoca Anzaklı Ömer son anlarını yaşıyordu.
Hemen başucuna oturdum. Kendisine kelime-i şehadet söylettirdim. O şekilde kucağımda teslim-i ruh etti. Bir Çanakkale gazisi görmüştüm. Yıllar sonra da olsa Müslüman Türk milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuştu. Ne yalan söyleyeyim, ağladım.
TAŞLAMA
KÜÇÜĞE SEVGİ GEREK
YAŞLIYA SAYGI GEREK
SEVGİ, SAYGI BİLMEYEN
HABİSTİR BİLMEK GEREK
SEVGİ, SAYGIYI ÖĞREN
AYRILMA MERHAMETTEN
MERHAMETLİ OLANA
RAHMET İNER RABBİNDEN
YETİM ÇOCUKLAR İLE
YAŞLILARA DİKKAT ET
ŞEFKATLİ ŞEFKAT GÖRÜR
MERHAMETLİ, MERHAMET
YETİMLER GÜNÜ BU GÜN
VE YAŞLILAR HAFTASI
KIRMA İKİSİNİ DE
AFFET VARSA HATASI