Şehirleri de insanlara benzetirim ben. Her şehir diğer şehirlerde olmayan kendilerine has bazı özellikler taşır.
Kentlerin, beldelerinde kendilerine has duygularının, hafızalarının ve kültürel yapılarının olduğuna inanırım.
Nasıl ki ilk insandan kıyamete kadar her insan özelse, bu özel olma halli dünyada kurulmuş tüm belde, kent ve şehirler içinde geçerlidir. Aynı fizyolojik özelliklere sahip tüm insanları birbirinde ayıran boy, pos, kaş, göz, huy, ten ve saç rengi gibi belli özellikler varsa, şehirlerinde böyle özellikleri var.
Cadde, sokak, çeşme, okul, karakol, ibadethane, parklar, bahçeler, gökyüzüne doğru uzayıp giden binalar, resmi daireler ve orada yaşayan canlılar tüm şehirlerin olmazsa olmazlarıdır.
Belli bir olay, şahsiyet, nesne ile anılan şehre özellik katan ve diğer şehirlerden ayıran kendine has farklı özellikler vardır.
Bazı beldeler adeta kendileri ile özdeşleşmiş bir nesne, olay ya da değerle anılırlar.
İnsanın et ve kemikten yaratılması gibi, şehirleri de meydana getirende belli unsurlar var.
İnsanı insan yapan fikir, düşünce, duygu, akıl ve zekâ gibi bahşedilen özelliklerdir yoksa gerisi et ve kemik yığını.
Şehirleri diğer şehirlerden ayıran özeliklerin başında; kendilerine has tarihi dokuları, barındırdığı insanların etnik kökeni, örf, adet, destanları, geçmişte yaşayan insanların kahramanlıkları, yakılan türküleri, bitki örtüsü, mimarideki estetiği, huzuru, sükûneti, iklim koşulları gibi özellikler gelmektedir.
Bu saydığım özelliklerin ve benzer özelliklerin dışında tüm şehirler sadece kum, çalık, asfalt, taş ve çöp yığınıdır. Her şehir bir çağrışım yapar bizde tıpkı tarihe mal olmuş insanların yaptığı çağrışım gibi.
İnsanlığın ortak değeri olmuş insanları düşündüğümüzde;
Hz. Âdem (as) denince; ilk insan, ilk peygamber, ilk ziraat mühendisi, ilk çiftçi, insanlığın atası
Hz. Muhammed (as); İslam, Son Peygamber, Ehli Beyt, Emin insan,
Hz. Davut (as) denince; peygamber, insan sesinin en güzeli, demir işleyen, zırh yapan zannatkar,
Hz. Lokman (as) denince; ilk hekim, ilk eczacı,
Hz. İdris (as) denince; peygamber, terzilik mesleğinin piri,
Hz. Yusuf (as) denince; dipsiz kuyular, Mısır sultanı, güzellik ve yakışıklılık,
Fatih Sultan Mehmet denince; İstanbul ve Fetih, çağ açıp çağ kapama,
Mimar Sinan denince; Edirne Selimiye Camii, Mimarlıkta zirve,
İbn-i Sina deyince; tıp ve bilim,
Mustafa Kemal denince; Millî Mücadele, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu,
Köroğlu deyince Bolu ve Beyi,
Karun denince; zenginlik,
Mevlâna denince; Konya, tevazu, hoş görü,
Firavun denince; Hz. Musa (as), zulüm,
Nemrut deyince; karşısına dikilen Hz. İbrahim (as),
Kabil denince; ilk kardeş katili,
Mecnun denince; Leyla, aşk,
Hoca Nasrettin deyince; hiciv, hazır cevap çağrışımı yapmaktadır,
Aşık Mahzuni Şerif; Kahramanmaraş, Berçenek, Ancak bu ve benzer özellikler ile insanlar birbirinden ayrılır. Bizler de insanları böylece; iyi, kötü, güzel, çirkin, sadist, zengin, fakir, sapık, cesur, korkak, akıllı, zeki, güler yüzlü, asık suratlı, cimri, cömertgibi sıfatlarla anarız.
Şehirlerde tıpkı insanlar gibi birine hem benzemekte hem de bazı kendilerine has karakteristik özellikleri ile diğerlerinden bariz olarak ayrılmaktadır.
Babil deyince; Babil’in asma bahçeleri,
Bağdat deyince; Abdulkadir Geylani hazretleri, anagibi yar, yanlış hesap,
Mekke-i Mükerrere denince; Hazreti Peygamber, Ensar, Sahabeler, yeryüzümdeki ilk mabet (Kâbe), Hac, Tavaf,
Medine-i Münevvere denince; Hicret, Kardeşlik, Muhacirlik, Cennetül Baki, Mescidi Nebevi,
Kudüs denince; Selahaddin’i Eyübi, Fetih, Mescidi Aksa, üç semavi din, işgal altındaki topraklar
Kahire denince; Afrika’ya hayat veren Nil, Keops Piramidi ve El Ezher Üniversitesi,
Paris dediğimizde Eiffel Kulesi, Notre Dame katedrali, Seine Nehri, birçok insana göre dünyanın en romatik şehri, ……
Londra; kendine has telefon kulübeleri, çift katlı otobüs, Londra Köprüsü, tersten akan trafik, Buckingham Sarayı, British Museum, ….
Newyork, yeni dünya, Empire State Building, Central Park, Wall Street, Manhattan, Beooklyn, ….
Moskova denince Kızıl Meydan, Kremlin Sarayı, Tiflis oldum olası Bitlis çağrışımı yapmıştır.
Bende güzelim ülkemde; İstanbul dendiğinde Sultan Ahmet, Topkapı Sarayı, Ayasofya, Eyüp Sultan, Haliç, Boğaziçi, Adalar…
Ankara denince; Hacı Bayram Veli, Kocatepe Camii, Millî Mücadele, Anıtkabir, Genç Cumhuriyet, Başkent, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Devletin kalbi ….
Diyarbakır denince; Mekke ve Medine’den sonra en fazla sahabe mezarının bulunduğu şehir,
Tarih, Medeniyet, Ziya Gökalp, Cahit Sıtkı Tarancı Edirne dendiğinde; Selimiye Camii, Kırkpınar Güreşleri, Serhat boyları, Meriç Nehri Trabzon; Sümela Manastırı, Uzun göl
İzmir dendiğinde; İlk kurşun, Hasan Tahsin, Efes, Kordon Boyu, Boyoz,
Urfa dendiğinde; o mübarek belde de yaşayan Peygamberler, ilk üniversite, tekerleğin icat edildiği topraklar, Hazreti İbrahim, Nemrut, Balıklı göl, İsot, Çiğ köfte, Sıra geceleri,
Sivas; Pir Sultan Abdal, Aşık Veysel, Madımak vahşeti,
Erzurum için Dadaşlar, Cirit, Çifte Minare, Palandöken, Cağ kebabı, Oltu taşı
Siirt dendiğinde Veysel Karani, İbrahim Fakirullah,İbrahim Hakkı, Tillo
Kayseri; Erciyes Dağı, Pastırma, Gesi Bağları
Bolu; Büyük Hayırsever İzzet Baysal, Hayretin Tokadi, Gölcük, Abant, Bolu Dağı ve tüneli
Eskişehir; Lületaşı, Çoruh nehri,
Kırşehir; Ahi Evran, Yarenler, Aşık Paşa, Abdallar, Neşet Ertaş
Batman; Petrol ve sular altında kalan dünya harikası Hasankeyf,
Nevşehir; Ürgüp, Kapadokya, Avanos, Peri bacaları,balonlar
Bitlis’te; Beş minare, Nurs, Hizan, Gayda, Nurşin Medreseler,
Karabük; Demir, Çelik, Safranbolu’nun tarihi konakları ve Safran İlk anda aklıma gelenler bunlar ve tabi ki liste uzayıp gider.
Şehirler; kendilerine özellik katan her türlü değerle beraber kent olma özelliği taşırlar. O özelliklerle özdeşleşmiş ve birlikte anılan ve tarihte mal olmuş değerleri gelecek nesillere ulaştırmak için hepimize sorumluluklar düşmektedir.
Maddiyat uğruna en ufak yeşil alanlara binalar yapılırsa, her eskiyen binayı yıkıp yerine görsel ve estetik değeri olmayan yeni ucube binalar dikilecek olursa yaşadığımız şehirler beton yığınına dönüşür. Ve nitekim başta İstanbul, Ankara, İzmir olmak üzere tüm ülkemizde böyle bir kötü gidişata hepimiz şahitlik etmekteyiz.
Başta yerel yöneticiler, şehir planlamacıları, toplum bilimciler ve o şehri paylaşan insanların bütün bu şehirleri şehir yapan kültürel ve tarihi değerlerine ve tarih bilincine sahip çıkması gerekmektedir.
Bir Afrika Atasözünde dendiği gibi “Yaşadığımızdünya, ülke, il, ilçe, köy ve beldeler bize dedelerimizin mirası değil, torunlarımızın emanetidir”. Kentlerin ancak taşıdıkları değerleri, tarihleri, yetiştirdikleri şahsiyetler, tabii dokuları ve maddi manevi zenginlikleri ile ancak şehir olma vasfına erebildiklerini unutmamalıyız.