1943 yılının 26 Ağustos günü dünyaya teşrif etmişim(!) Ömrümün 74. yılını doldurup, 75. yılını idrak ederken, geriye dönüp baktığımda “Hay, keşke hiç teşrif etmez olaydım!” dedim kendi-kendime! Doğum tarihimin bu olduğu kesin. Rahmetli Babam memur olduğu için doğum gününü tastamam yazmış. O yıllarda, memurlara doğum ikramiyesi de veriliyormuş. Aslında, dünyaya gelişim biraz da fazladan olmuş, gibi! O yıllarda ultrason bilimi gelişmediği için, rahmetli Annemin ikiz çocuk dünyaya getireceği bilinmiyordu. Önce kardeşim Metin dünyaya merhaba demiş. Amma, doğumu yapan ebe bir de bakmış ki, annemin rahminde bir bebek daha var. Ve ikizim Metin’den takribi yarım saat sonra dünyaya merhaba demişim! Yani, dünyaya gelmeseymişim de olurmuş. Çünkü ailemin beklediği çocuk bir iken, ben sürpriz yaparak, ekstradan dünyaya gelmişim! Hani, mağazalarda satış için kullanılan bir spot vardır. “Bir alana, bir de bedava!” denilir ya! Yani, ben bedava olarak verilenim!
Biz ikizlerden önce dünyaya gelmiş Ağabeyim Sabri ile Aysel Ablam var. Babam Merhum Hüsnü Arıtürk, 1945 yılında çok genç yaşta vefat etmiş. Rahmetli büyük Annem “ikiz erkek çocukları olunca nazara geldi!” diyerek, Babamın rahmet-i Rahman’a erken kavuşmasını kendince yorumluyordu. Babam memurdu amma, Dedem Hacı Salih Çeto, zengin bir tüccardı. Yaşadığı dönemin Siirt’in sayılı zenginlerindendi. Rahmetli büyük annem, rahmetli babamın nazara gelmiş olmasının sebepleri arasında buna da vurgu yapıyordu. Büyük babam vefat ettiğinde ise 5-6 yaşlarındaydım. Nurani yüzünü hayal meyal hatırlıyorum. Yani anlayacağınız, bir yerde babamın nazara gelmesine benim dünyaya gelmem sebep olmuş, gibi!
26 Ağustos, aynı zamanda tarihimizin en önemli günlerden biridir. Büyük Taarruzun başladığı gündür. Benim açımdan ise 26 Ağustos’un bir önemi de 1943 yılının 26 Ağustos günü dünyaya teşrif etmiş(!) olmamdır. Yani, 26 Ağustos benim rahmi maderden (ana rahminden) adına (dünya) denilen ve değirmeninde milyarlarca insanın öğütüldüğü değirmene düştüğüm gündür. Kısacası, 26 Ağustos itibarıyla 74 koca yılı gerilerde bırakarak 75. doğum günümü idrak ediyorum.
74 koca yılı devirirken, “bunca yılı nasıl geçirdim” diye kendi kendimi sorguladım. Kendime, aileme, milletime, insanlığa bir faydam oldu mu? Diyerek nefis muhasebesi yaptım. Maalesef, 74 koca yılda çekirdek kabuğunu dolduracak hiç bir icraatımın olmadığı gerçeğiyle karşı karşıya kaldım.
Yarım kalan okul hayatımdan sonra, 1960 yılından beri “SİİRT” Gazetesi kadrosu içinde yer alıyorum. Yerel Gazetelerde, genelde beden ve fikir işçileri bir olurlar. Benim de durumum budur. Gazetede hem beden, hem de fikir işçisi olarak çalıştım. Bu süre zarfında gerek Siirt Gazetesinde, gerek SİİRT Gazetenin dalları olarak nitelendirebileceğim “UĞUR”, “DEMOKRAT SİİRT” ve “SİİRT’TE HÜRRİYET” Gazetelerinde gerçek kimliğim olan “AHMET ARITÜRK” yanında “ÇETİN ÇETİNGİL” “HACI HACIOĞLU” “GENÇ ÂBİD” “ÂBİD” “TAŞÇI” ve daha birçok müstear adlar altında, hemen her gün asgari bir makalem, birkaç haberim, 1 taşlamam, bir şiirim yayınlandı. Yani, bunları üst-üste koyarsak yazdığım makaleler, şiirler ve taşlamaların sayıları onbinleri aşar.
Yine gençlik yıllarımda “MİLA MİLLİ HABER AJANSI”, “AK AJANS”, “TERCÜMAN” “MİLLİ GAZETE”, “YURT HABER AJANSI” gibi yaygın medyanın Siirt muhabirliklerini yaptım. Gazetelerde yer alan mizahi hikayelerim ve gezi anılarım yanında, yayınlanmış 6 kitabım var. Basıma hazır 6 kitabım daha bulunuyor. Amma, doğrusunu isterseniz, kendi yazdıklarımı, ben, kendim bile beğenmiyorum. Hatta bazılarını, gerçekten SAÇMA buluyorum.
Din, iman, vatan, millet, insanlık adına yaptığım, yapabildiğim hiçbir şey yok. Oysa kimi insanlar kısa ömürlerine o kadar çok şeyler sığdırmışlar ki. Ömürlerinin kısa olmasına karşılık, tarihe damgalarını vuranlar var. Hayran olmamak, mümkün mü…
İnsanoğlu, yıl ve ay hesabıyla uzun bir ömür yaşayacağına, kısa ömürlü olsun amma, yaşadığı çağa damgasını vurabilsin. Meşhur bir deyim vardır. “LEYLEKLERİN ÖMRÜ, LAK-LAK İLE GEÇER” deriz. İnanır mısınız, bugün, doğum günümde, kendi nefsimi muhasebe ettiğimde, koca 74 yılın sadece “LAKLAKLA” geçmiş olduğu hükmüne vardım. Bir daha hiç gelmemek üzere harcadığım 74 yıla acıdım…
Daha alınıp, verilecek kaç nefesimiz var, ancak, ALLAH bilir. Amma, bundan sonra artık bizden ne köy olur, ne kasaba…
Neyse, biz sadede gelerek, yazımızı noktalamaya bakalım. İnsanlar, belli bir yaştan sonra, doğum günlerini anmak istemezler. Çünkü ilerleyen yaş ölümü çağrıştırır. E, kimseler de ölmek istemediğine göre, galiba ileri yaştakiler için doğum günlerini unutmak en iyisi!
Ama doğum günümüzü unutmak istesek bile bize hatırlatanlar var. Örnek olması açısından belirteyim. Emekli maaşımın yatırılıp yatırılmadığını kontrol için maaşımı aldığım bankanın bankamatiğine kartımı takıp, şifreyi yazdığımda önüme (Doğum gününüz kutlu olsun) ibaresi çıktı. Demek, doğum günümüzü anımsayanlar varmış. Ne büyük mutluluk!
“GERÇEKTEN DE ELMA BÖYLE YENMELİ!”
Siirtli bir hemşerimiz, İstanbul’a gezmeye gitmiş. İstanbul’a yerleşmiş olan kalburüstü Siirtlilerden bir hayli dostları ve sevenleri varmış. Arkadaşları, onu alıp lüks ve turistik bir restorana götürmüşler. Restoranın bütün duvarları da boydan boya aynalarla kaplıymış. Yani, aynalara bakan, restoranda oturan herkesle göz-göze gelebilecek şekilde dizayn edilmiş.
Bizim Siirtli, yemek yerken kurallara hiç aldırış etmemiş. Önüne konulan yemekleri, evde nasıl yiyorsa, canının istediği gibi yemiş. Bu arada, aynalardan lokantada yemek yiyen diğer müşterileri de süzüyormuş. Bir masada oturan genç bir bayanın, sürekli olarak nasıl yemek yediğini izlediğinin farkına varmış. O da onu, sürekli gözetim altına almış.
Yemekten sonra, sıra meyvelere gelmiş. Önüne, tabağın içine konulmuş bir elma, bir bıçak, bir çatal getirilmiş. Siirtli, kendisini süzdüğünü fark ettiği bayanla aynada göz göze geldikten sonra, dikkatini çekecek bir şekilde tabaktan elmayı almış, gömleğiyle silmiş ve soymaya gerek görmeden ısırarak yemeğe başlamış.
Kendisini süzmekte olan bayan, bu durum karşısında lokantada bulunan herkesin duyacağı bir şekilde gülmeğe başlamış. Bayanın, elma yeme şekline güldüğünü anlayan Siirtli kalkmış, bayanın yanına gitmiş:
-Hanımefendi, benim elma yeme şeklime mi güldünüz? diye gülümseyerek ve kibarca sormuş.
Bayan, gerçeği gizlememiş:
-Doğrusunu isterseniz evet. Ama, size değil, kibarlık yapacağız diye kendi düştüğümüz komik hallere güldüm. Aslında, en tabii davranış sizin yaptığınızdır. Kibarlık yapalım derken, kibarlık budalası oluyoruz demiş. Siirtliye, yanında oturmasını rica ederek garsona seslenmiş ve kendisine elma getirmesini istemiş. Tabii, servis yine aynı şekilde tabak içinde bir elma yanında çatal, bıçak. Genç bayan tabaktaki elmayı aldıktan sonra Garsona:
-Tabağı, bıçağı, çatalı kaldırabilirsin demiş.
Garson da, denileni yapmış. Bayan, elindeki elmayı Siirtlinin yaptığı gibi elbisesiyle sildikten sonra, ısırarak yemeğe başlamış ve söylenmiş:
-Gerçekten, elma böyle yenmeli!
Sonra ne mi olmuş. Siirtliyle, Bayan arkadaş olmuşlar, arkadaştan öteye evlenmiş ve mutlu bir beraberlik kurmuşlar…