Adına KÂİNAT dediğimiz bu uçsuz bucaksız varlık, gerçekten aklın ihata edemeyeceği büyüklüktedir. Düşünün ki içinde yaşadığımız ve adına Dünya dediğimiz gezegen, kâinatın sonsuzluğu içinde sadece bir nokta hükmündedir. Kendi vatanımız olarak bildiğimiz Türkiye ise Dünya’da yine bir nokta hükmünde! İl olarak Siirt, Türkiye’de nokta kadar. Kaldığımız mahalle, Siirt ilinin bir noktası. Evimiz de olsa-olsa mahallenin ancak bir noktası olarak görülebilir.
Gökbilimci David Kornreich tüm evrende en az 10 trilyon galaksi olduğunu, her galakside ise ortalama 100 milyar yıldız bulunduğunu söylüyor. Yani evrende 10 trilyonun 100 milyarla çarpılması sonucu elde edilecek rakam kadar yıldız var. Böyle bir sayının adı bile henüz konulamamıştır.
Hani deniliyor ya, ölenler, yeniden haşredildikten sonra, iyi olanlara büyüklüğü dünya kadar olan cennetler verilecek. Yıldızların sayıları düşünüldüğünde, bu söylem abartılı olmaz.
Dünyaya en yakın gök cisminin Ay olduğu ve dünyamıza olan uzaklığının 405.696 km, olarak ölçüldüğü düşünülürse, varın diğer gök cisimlerinin dünyaya uzaklığını hesaplayın. Zaten, kâinattaki diğer yıldızların uzaklığı ancak (IŞIK YILI HIZI) ile tanımlanabilmekte.
Kâinatın 14 milyar yıllık ömrü olduğu, BİNGBANG olarak tanımlanan Büyük Patlama ile oluşmağa başladığı teorisi vardır. (Düşününce derince) deyiminde olduğu gibi, insan aklı bu işleri kavramaktan çok uzaktır. Ziya Paşanın da buyurduğu gibi: (İdrak-i meali bu küçük akla gerekmez, Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.)
İşte, Allah’ın ilminin sonsuzluğunun delili de, ucu bucağı olmayan kâinattır!
ANEKDOT
Siirt’te, dini ilimler açısından otorite sayılan biri, öylesine kibirliydi ki, sanki “küçük dağları ben yarattım!” havasındaydı. Buna ders vermek işi Siirtli bir meczuba düştü. Meczup Siirtli, bu kibirli din adamına bir ders vermeyi aklına koymuştu. Bir gün divanına giderek, müritlerinin önünde O’na şöyle bir soru yönetti:
-Şeyh Hazretleri, ben en çok şu hususu merak ediyorum. Acaba, Yüce ALLAH’IN bilgisiyle, insanoğlunun bilgisini mukayese etmek gerekirse, nasıl bir misal vermek gerekir.
Kendisini bilge gören din adamı istihza eder bir tavırla söylendi:
-Düşündüğün şeye bak! Hiç Yüce Allah’ın ilmiyle, insanların ilmini mukayese etmek mümkün olur mu! Amma, madem sordun sana cevap vereyim!
Bunu söyleyen sözde allame, önündeki büyük bir parşömen kâğıdının ortasına kaleminin ucuyla bir NOKTA koydu ve sözlerine şöyle devam etti:
-Teşbihte hata olmazsın. Şayet Yüce ALLAH’ın ilmini bu parşömen kâğıdı kadar kabul etsek, geçmişte kalan, yaşayan ve gelecek bütün insanların ve cinlerin ilimleri ancak bu nokta kadar olur!
Verdiği misaldeki isabetinden dolayı meclisteki müritlerini kibirle süzen din adamı, meczubun verdiği ders mahiyetindeki cevap karşısında şaşırdı kaldı. Çünkü meczup bu sefer şöyle soruyordu:
-Peki Şeyh Hazretleri, şimdi bu nokta içinde, ilminize düşen payı gösterir misiniz!
Meczuptan aldığı cevabın manasını kavrayan din adamı, o günden sonra kibri, gururu bıraktı, çok mütevazi bir din adamı olmanın yolunu buldu…
YORUMLAR