Bilindiği gibi yılın iki günü gece ve gündüz saatleri eşit olurlar. Bunlar 21 Mart ve 23 Eylül günleridir. Bu günlere bilimsel tabirle EKİNOKS GÜNLERİ denilir. Ekinoks, Güneş ışınlarının Ekvator’a dik vurması sonucunda aydınlanma çemberinin kutuplardan geçtiği anı ifade eder.
Geçmiş yıllarda 23 Eylül (Tillo Güneş Hadisesi Bilim ve Kültür Günleri) olarak etkinliklerle kutlanırdı. Çünkü yılın bu iki günü İbrahim Hakkı Hazretleri tarafından kurulmuş olan Güneş Hadisesinin izlenmesi için fırsat olarak değerlendirilirdi.
Peki, nedir bu güneş hadisesi. Olay, 1734’lü yıllara dayanıyor. İbrahim Hakkı Hazretleri, hocası İsmail Fakirullah’ın vefatı üzerine “Hocamın başucuna doğmayan güneşi neyleyim!?” diyerek kolları sıvıyor. astronomi ve mimari bilimlerindeki bilgisini birleştirerek bir düzenek kuruyor. Önce, Hocası için Türbe yapıyor. Türbede 8 köşeli ve 10 metre yüksekliğinde bir kule yapan İbrahim Hakkı Hazretleri, Tillo’nun Doğusundaki bir tepeye (bugünkü adıyla Kalet-ül Üstat) olarak tabir edilen bir duvarı harçsız olarak inşa ediyor. Gece ve gündüzün eşit olduğu ekinoks günlerinde (21 Mart ve 23 Eylül) kalenin arkasındaki vadiden yükselen güneş bu duvara çarpıyor. Kaleden geçemediği için Tillo şehrine ışık gitmiyor. Işık sadece duvarda bulunan pencereden geçiyor. İlerde bulunan bir tepeden kırılıyor. Arkasından da türbenin penceresinden içeri girerek, İsmail Fakirullah Hazretleri’nin mezarının başını aydınlatıyor.
Yani, yılın başlangıcı sayılan 21 Mart ve 23 Eylül günleri, güneşin ilk ışınları önce Hazret-i Fakirullah’ın başucuna düşerken, ancak aradan bir süre geçtikten sonra Tillo’yu aydınlatıyor. İşte, (GÜNEŞ HADİSESİ) denilen olay budur!
Türbe, 1960’lı yıllarda restore edilirken, kulede gerçekleşen bir sapma sonucu mekanizma bozuluyor. Sonunda, eski Valilerimizden Sayın Musa Çolak zamanında mekanizmanın yeniden işler hale getirilmesi için İlimize bir bilim heyeti davet ediliyor. Ankara Üniversitesi bilim insanlarından Prof. Dr. Mehmet Cengiz Işık ve ekibi Tillo’ya gelerek gerekli çalışmaları yapıyor ve yılın ilk ışığının yeniden Hazret-i Fakirullah’ın başucuna düşmesi için Kalet-ül Üstat’taki pencerenin yerini kaydırarak, yeniden Kulet-ül üstattaki pencereye düşmesi sağlanıyor. Böylece 1960’lı yıllarda bozulan düzeneğe, 2010’lu yıllarda yeniden işlerlik kazandırılmış oluyor.
İbrahim Hakkı Hazretleri’nin ‘Hocamın başucuna doğmayan güneşi neyleyim’ demiş olması ironik bir deyimdir. İbrahim Hakkı istese de, istemese de güneş her gün doğacak, seyrini yapacak ve tekrar doğmak üzere batacaktır. Dünya kurulduğundan bu yana nice peygamberler, evliyalar, bilim adamları gelmiş, geçmiş, güneş hiç biri için yörüngesinden en ufak bir sapma dahi göstermemiştir. Kıyamete kadar da kendi yörüngesinde dönüp durmağa devam edecektir.
Güneş olmazsa, zaten dünyada hayat da olmazdı. Güneş’in önemine vurgu yapan o kadar çok ayet-i kerime var ki! Yeri gelmişken bir kısmını okuyucularımızın dikkatlerine sunayım:
*İbrahim “Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir!” deyince o inkâr eden şaşırıp kaldı.
*Güneş’i doğarken görünce: “Rabb’im budur, bu hepsinden büyük” dedi. O da batınca dedi ki: “Ey kavmim! Ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım”.
*Karanlığı yarıp tanyerini ağartan O’dur. Geceyi, dinlenmek için; Güneş’i, Ay’ı (vakitlerinizi) hesaplamak için yaratmıştır. İşte bu, her şeye galip gelen ve her şeyi bilen Allah’ın takdiridir.
*O Allah’tır ki, senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye güneşi bir ışık, ayı da bir nur yaptı. Ve aya menziller tayin etti. Allah bunu hak olarak yarattı. O, bilecek olan bir kavim için ayetlerini ayrıntılı olarak açıklar.
***
Biraz kaba bir deyim olacak! Dünya İbrahim Hakkı’sız ve İsmail Fakirullah’sız da devam etmekte amma, GÜNEŞSİZ DEVAM ETMESİ İMKÂNSIZDIR!
Tillo’daki IŞIK OLAYININ asıl önemi Müslüman bir bilim adamının manevi bilimler yanında maddi bilimlerle uğraşmasının delili olması açısındandır. Bu espriden yola çıkarak biz de diyoruz ki Müslüman ZÜLCENAHEYN olmalıdır.
Bu kelimenin lügat anlamı, hem dünyaya, hem ahrete ait ilimlerle donanımlı olmak demektir. Maalesef bir şairimizin dediği gibi:
“DİNDARIMIZ CAHİL, AYDINIMIZ DİNSİZ,
BÖYLE BİR CEMİYET YAŞAR MI NİFAKSIZ KİNSİZ”
Durumunda bir topluma dönüşmüşüz. Din adamı geçinenlerin bazı konuşmalarına bakıyoruz, açık bir şekilde saçmaladıklarını fark ediyoruz. Müslümanlar olarak fezayla ilgili hiçbir çalışmamız yokken, bir de bakıyoruz ki, aklı evvelin biri ABD’nin uzaya fırlattığı mekiği tarikatlarının hatim adını verdikleri bir nevi ayinleri sırasında vidalarını gevşeterek düşürdüklerini söylüyorlar. (Böyle bir iddiaya kargalar bile güler) diyeceğiz amma, maalesef inananlar var. İtiraz edecek olursanız, (Allah’ın kudretine inanmıyor musun) diyerek, kâfir olmakla dahi suçlarlar.
KUR’AN-I KERİM’İ ölüler kitabı haline getirdiğimiz bir gerçektir. Sık-sık duyuyoruz ki, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından okutulan binlerce hatim ölülerin ruhlarına hibe edilmekteymiş. Kardeşim, ölülerle uğraşmayı bıraksanız da, biraz dirilere yönelseniz olmaz mı!
23 Eylül günü için böyle bir yazı yazarak ZÜLCENAHEYN bir din adamı olan İbrahim Hakkı Hazretlerini analım istedik. Müslüman bir mütefekkir olan ve Tillo ilçemizde metfun bulunan İbrahim Hakkı Hazretleri (1703-1771) gece ve gündüzün eşit olmasından yola çıkarak yılın ilk güneşinin Üstadı Fakirullah Hazretlerinin başucuna düşmesini sağlayan bir mekanizma kurmuştu.
Bunu şunun için yazdım ki, İbrahim Hakkı Hazretleri de sonuç itibarıyla bir din adamıydı. Ama ZÜLCENAHEYN olarak tarif edilecek sınıftandı. Çünkü sadece dini bilgilerle değil fizikle, astronomiyle ve daha birçok bilim dallarıyla uğraşmaktaydı. İslam âleminin, günün ilim dallarından neden bu kadar geri kaldığını incelenirse, asıl sebebin, cahil din adamlarının telkinlerinin etkisinden olduğu anlaşılacaktır.
Müslümanlara (BİR HIRKA, BİR LOKMA) felsefesini yutturan bu gibilerin, gerçekte servet-saman sahibi olduklarını anımsatalım. Müritlerine (BİR HIRKA, BİR LOKMA)YI öğütlerken, kendileri servet saman içinde yüzenlere aldanmayalım. Müslüman’ların en iyilerinin hem madden, hem manen zengin olanlar olduklarını asla unutmayalım.
(Allah’ım, bize hem dünyada, hem ahrette güzellikler ver) duasının ne anlama geldiğini unutmayalım. Hem dünyamızın, hem ahretimizin mamur olması için çalışalım. Gerçek Müslüman’ın ZÜLCENAHEYN olması gerektiğinin bilincinde olalım.
TAŞLAMA
HER KAPININ ANAHTARI
PARA, PARA İLLA PARA
İNSANLARIN İTİBARI
PARA, PARA İLLA PARA
NAMUS, HAYSİYET, MEZİYET
BOŞ LÂF BÜTÜN BUNLAR ELBET
HAKİKATİ SORSAN ŞÂYET
PARA, PARA İLLA PARA
VUR SIRTINA ALTIN SEMER
EŞEĞİ DE ADAM EDER
BİL KIYMETİN PARAN KADAR
PARA, PARA İLLA PARA
İSTER VURGUN, İSTER TALAN
PARAN OLSUN MATLUP OLAN
DEĞERİN YOK, YOKSA PARAN
PARA, PARA İLLA PARA
HER NE İSE TEDAVÜLDE
İSTER KÂĞIT, İSTER SİKKE
ALTIN, GÜMÜŞ OLSA HELE
PARA, PARA İLLA PARA
YEDİ LİSAN BİLSEN BİLE
YEDİ İLİM YUTSAN BİLE
DEĞER VERMEZ SANA KİMSE
PARA, PARA İLLA PARA
ARTIK SEN DE BUNU ÖĞREN
ÖLÜNCE DE LÂZIM İNAN
CEPSİZ BİLE OLSA KEFEN
PARA, PARA İLLA PARA
YORUMLAR