Tarihte, gerek kendilerinin ve gerekse bulundukları toplumların haklarını aramakla ünlenen sözde eşkıyalar vardır. Dadaloğlu’nun “Ferman padişahın, dağlar bizimdir” diyerek zulme başkaldırması gibi, zalim Bolu Beyine karşı isyan bayrağını açan KÖROĞLU da bu tip halk kahramanlarındandır. Asıl adı RUŞEN ALİ iken KÖROĞLU adı ile ünlenen bu halk kahramanı aynı zamanda bir ozanıdır. DADALOĞLU, KÖROĞLU gibi ZULME KARŞI KIYAM edenler, her dönemde de halktan büyük sevgi ve destek görmüşlerdir.
Köroğlu adına ilişkin ilk bilgiler, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesine dayanmaktadır. Seyahatnameye göre Köroğlu. XVI. yy’da yaşadığı kabul edilen eşitliği, adaleti, ezilenlerden yana olan kişiliğiyle destansı bir kahraman olarak kabul edilmektedir. Köroğlu gibi Halk Kahramanı eşkıyalar(!) çoktur.
Yazar Merhum Yaşar Kemal’in (İNCE MEMED) adını verdiği Romanının kahramanı da tipik halk kahramanı bir eşkıyadır. O da haksızlığa karşı isyan etmiş ve dağa çıkmıştır.
Adları gerçekten EŞKIYAYA çıktığı halde, halk kahramanı olarak kabul edilenlerden biri de Siirtli KOÇERO’dur. HAK ARAMAK ASLA EŞKIYALIK değildir.
(SUSMA, SUSTUKÇA SIRA SANA GELECEK!) sloganı da gerçekleri ifade eden çok anlamlı ve ibret verici bir deyimdir. Buna benzer deyimlerimiz, atasözlerimiz vardır. Bir de buna ters anlamda olanlar vardır. Meselâ, (Bana dokunmayan yılan bin yaşasın) deriz. Oysa bize dokunmayan yılanın bir gün bizi de sokmayacağının garantisi yoktur.
Toplum olarak, haksızlıklara karşı el birliği içinde hareket etmeliyiz. Aksi takdirde, zulümler döner dolaşır, ayağımıza dolanırlar.
Haksızlığa, zulme ve zalimlere karşı çıkmak, Kur’an’ı Kerim’in de emridir. İnsanlara yapılan haksızlık, eziyet ve işkence, haksız yere cana kıymak, hırsızlık yapmak, Allah’ın sınırlarını aşarak insanların hakkına tecavüz etmek büyük günahlardandır. “Kim bir kişinin zalim olduğunu bilerek ona yardım etmek üzere zalim ile birlikte yürürse, İslâm’dan dışarı çıkmış olur” buyrulmuştur.
“Zandan sakının. Çünkü zan sözün en yalanıdır” mealindeki hadis-i şerif ise sanki yasalarımızda yer alan (MAKUL ŞÜPHE) kavramını vurgular gibidir.
Öyle anlatılır ki Hitler, Yahudilere karşı soy kırım uygulamaya başlayınca, diğer Almanlar (bize ne!) diyerek seslerini çıkarmadılar. Yahudilerin işini bitirdikten sonra, sıra Hıristiyanlara geldi. Onları da mezhepleri açısından soykırıma uğratmağa başladı. Öyle zaman geldi ki, Hitlerin bütün muhalifleri zulmünden hisselerini almaya başladılar.
Hatta bu konuda anlatılan bir anekdot vardır. MARTİN NEİLMÖLLER adlı Alman, Hitlerin zulmüne sessiz kalınmasına vurgu yaparak şöyle söylemiştir:
“Naziler, Komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım. Çünkü Komünist değildim. Sosyal Demokratlar içeri tıkıldığında yine sesimi çıkarmadım. Çünkü sosyal demokrat değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, yine sesimi çıkarmadım. Sendikacı da değildim. Benim için geldiklerinde ise sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.”
Evet, eğer haksızlıklara karşı susarsak, zulüm görmek sırasının bize geleceğini asla unutmayalım. Sıranın bize gelmesine fırsat vermeden, zalimlere karşı sesimizi yükseltelim, tavrımızı ortaya koyalım! Bir de özeleştiri yapalım. Gerçekleri dile getirmek konusunda Türkiye’de medyanın tarafsız olduğunu iddia etmek gerçekten safdilliktir. Medyanın, sözde tarafsız olanının büyük bölümü ise sözün tam anlamıyla üç maymunu oynamaktadır. Üç maymunu oynamak demek görmemek, duymamak ve konuşmamak (yazmamak)tır.
Gerçekleri görürken, görmezden; duyarken duymazdan gelmek ve konuşulması (yazılması) gereken yerde susmak (yazmamak) işte medyanın üç maymunları oynaması durumu budur.
Maalesef, deve kuşu gibi başımızı kuma gömmüş durumdayız. Çevremizde olup bitenleri görmek, duymak ve yazmaktan kaçınıyoruz. Sonra da mesleğimizi soranlara utanmadan, sıkılmadan (GAZETECİ-YAZAR) diyoruz. Ne diyelim, duymayan, görmeyen, yazmayan gazeteci olmak da varmış, kaderimizde. Peki, suç kimde!
Evet, gazeteciler olarak en önemli görevimiz haksızlıklara, zulümlere karşı susmamak ve karşı durmaktır.
Sözün özü: Zalimlere karşı KÖROĞLU OLAMIYORSAK, BARİ KÖRÜN OĞLU DURUMUNA DÜŞMEYELİM.