Bugünkü yazımızı hem güldürücü, hem düşündürücü anekdotlara ayırmak istedik.
İşte anekdotlarımız:
Kanuni Sultan Süleyman, oğlunu evlendirmişti. Kanuni’nin Oğlunu evlendirmesinden kısa bir süre önce oğlunu evlendirmiş olan Sadrazamına Padişah sormuş:
-Nasıl Lala, senin oğlanın düğünü mü, benim oğlanın düğünü mü daha görkemli geçti!
Sadrazam, tereddüt etmeden cevap vermiş:
-Padişahım, elbette benim oğlanın düğünü daha görkemliydi!
Padişah, biraz da hiddetlenerek sormuş:
-Nasıl olur, senin oğlunun düğünü, benim oğlumun düğününden görkemli olsun!
Sadrazam, temenna ederek cevap vermiş:
-Padişahım, benim oğlumun düğününe, Dünya İmparatoru olan Zat-ı Devletiniz teşrif etmişlerdi. Sizin oğlunuzun düğününe bu ayarda bir katılım oldu mu!
***
Çok eski yıllarda, huyu da, yüzü de güzel bir Padişahın doğum gününe çeşitli yerlerden son derece kıymetli hediyeler gelmişti. Padişah’ın Lalası ise sadece bir AYNA hediye götürmüştü. Lalası’nın zekasına güvenen ve inanan Padişah, işin hikmetini sordu. Lala şu cevabı verdi:
-Padişahım ahlakınız güzel olduğu kadar, yüzünüz de öyle güzel. Çünkü güzel ahlakınız, yüzünüze yansımış. Ben, sizin güzel yüzünüzü görmeğe doyamıyorum. Size bir ayna hediye ettim ki, her sabah bu aynaya baktığınızda, kendi güzel yüzünüzü göresiniz. Çünkü size verilen hiçbir hediye, kendi güzel yüzünüzü görmeniz kadar değerli değildir.
***
Yeşilçam’ın (KELOĞLAN) adındaki filmini televizyon ekranlarından defalarca izlemişsinizdir. Dikkat ederseniz, o filmde Padişahın fermanını çarşılarda pazarlarda okuyarak halka ileten ve adına tellal denilen bir münadisi var. O münadinin söylediği sözlerden biri de şudur:
-Ey Ahali! Ey kuru kalabalık!
Televizyonlarda, seçimler dolayısıyla konuşma yapan siyasi parti liderlerinin etraflarını saran, bayrak, flama sallayan, alkışlayan ve tezahürat yapanları görünce, her nedense hep KELEĞLAN FİLMİNDEKİ (EY KURU KALABALIK!) deyimi aklıma düşer!
Evet, bizimkisi kuru kalabalık! Ne için, neden alkışladığımızı bilmeden alkışlıyoruz. Hırsızları da alkışlıyoruz, üçkâğıtçıları, dalaverecileri de. Herhalde alkışlamaya şartlanmış bir toplum olduğumuzdan olacak!
***
Yeni gittiği Şehirde cemaatin ısrarı üzerine vaiz vermek için minbere çıkan Nasreddin Hoca:
-Ey cemaat, size ne söyleyeceğimi biliyor musunuz! diye sormuş.
Cemaat:
-Hayır, nerden bileceğiz! deyince:
-O zaman size ne anlatırsam boş! diyerek minberden inmiş. Cemaat, vaiz vermesi için Hocayı bir daha sıkıştırmış. Hoca yine vaiz kürsüsüne çıkmış ve sormuş:
-Ey cemaat, size ne söyleyeceğimi biliyor musunuz!
Tembihli olan cemaat hep bir ağızdan:
-Evet! deyince Hoca bu defa da:
-Madem biliyorsunuz, anlatmaya ne gerek var! diyerek, yine kürsüden inmiş.
Ama cemaat de Hoca’nın peşini bırakmağa niyetli olmadığından yine minbere çıkmağa zorlamışlar ve razı etmişler. Hoca, sorusunu tekrarlamış:
-Ey cemaat, size ne söyleyeceğimi biliyor musunuz!
Aynı sorunun kendilerine yöneltileceğinin farkında olan ve bunun için hazırlıklı bulunan cemaatin bir kısmı kendi aralarında anlaştıkları gibi:
-Evet, biliyoruz! derlerken, diğer kısmı da:
-Hayır, bilmiyoruz! deyince de Hoca meşhur nüktesini patlatmış:
-Öyleyse bilenler, bilmeyenlere anlatsınlar!
Biz de, yukarıda naklettiğimiz anekdotlarla bazı göndermeler yapmak istedik amma, ne anlatmak istediğimizi anlayanlar, lütfen, anlamayanlara aktarsınlar. Çünkü bizim yazmamız sakıncalı olabilir.
***
Merhum İsmet İnönü’nün, kendisi gibi Rahmet-i Rahman’a kavuşmuş Oğlu Erdal İnönü siyasete atılmış, yurt gezilerine başlamıştı. Gittiği bir ilçede miting alanında konuşurken sevenlerinden biri:
-Senin için ölürüm, kurban olurum! diye bağırınca, Erdal İnönü espriyi patlatmış:
-Aman, sakın ha ölme! Bir oy da bir oydur.