Hadis-i Şerif, Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed’in (O’na al ve ashabına salat ve selam olsun) değişik olaylar ve problemler karşısında inananları aydınlatmak, Kuranın bazı ayetlerini daha açık bir dille ifade etmek için söylediği sözlerin ve davranışlarının bütünüdür. Kur’an-ı Kerim’den sonra başvurulan dini kuralların mecmuudur.
Peygamber Efendimizin hareketlerinden ve sözlerinden hükümler çıkarılır, insanlar bunlarla hayatlarına nizam verirler ve bazı kararlar alırlar. Yani hadis-i şerifler, örnek alınması gereken fiillerin, davranışların bütünüdür. Bu yüzden Peygamber Efendimize ait olmayan bir sözü, bir davranışı Peygamber Efendimize aitmiş gibi sunmak, büyük günahlar kapsamındadır. Hele, bu davranışlar belli kişilerin, zümrelerin yüceltilmeleri veya yerilmeleri adına yapılıyorsa, çok daha büyük vebale yol açar.
Hadisler konusunda, İslam uleması büyük bir hassasiyet göstermişlerdir. Hadislerin sahih olmaları için senetle nakledilmeleri, ravilerinin Peygamberimize ulaşacak bir zincire bağlamaları gerekir. Ulemanın ittifak ettikleri bir konu vardır. Bir senede bağlı olmadan herhangi bir söz hakkında “Peygabre Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdu” demek helal değildir.
Peygamber Efendimiz de bu hususta çok şiddeti ikazlarda bulunmuştur.
“Benim ağzımdan yalan uydurmayınız! Her kim benim ağzımdan yalan söylerse Cehennem’e girsin!”
“Her kim, söylemediğim şeyleri bana isnat ederse Cehennem’deki yerine hazırlansın!”
“…Her kim benim ağzımdan bilerek yalan uydurursa Cehennem’deki yerine hazırlansın!.”
“Kim, yalan olduğu bilinen bir sözü benim hadisim olarak naklederse o da yalancıların biridir.”
“Ahir zamanda bir takım deccallar, yalancılar çıkacak. Size, sizin ve babalarınızın işitmediği hadisler getirecekler. Aman onlardan sakının! Sizi saptırmasınlar, fitneye düşürmesinler!”
“Benden çok hadis nakletmekten sakının! Kim benim adıma bir şey söylerse sadece hakikati (veya) doğruyu söylesin! Kim, söylemediğim bir şeyi bana izafe ederse Ateş’teki yerine hazırlansın!”
Bazı safdilli kimseler, sözde İslam dinini kuvvetlendirmek adına, Peygamber Efendimize bir takım sözleri ve görüşleri isnat ederler. Bu durum da aynı günah hükmündedir.
Hadis-i şeriflerin ashabı kiramdan, tabiinlere ve onlardan da tabii tabiinlere bir zincir içinde ulaşarak belirlenmiş olmaları gerekir. Her aklına esen kendi düşüncelerini (PEYGAMBER EFENDİMİZ BUYURDU Kİ VEYA HADİS-İ ŞERİFTE BUYURULDU Kİ…) demeğe kalkışırsa, İslam dinine en büyük darbeyi vurur.
Bugün bütün bunları neden yazdım diye sorarsanız, söyleyeyim. Bazı aklı evveller birileri için (Hakkında hâdis bile var!) diye zırvalıyorlar da!
CAHİL KAL, MUTLU OL!
Bir istatistiğe göre, mutluluğun reçetesi cahillik gibi sunulmakta!
İstatistikte yer alan rakamlar şöyle:
*Hiç okul okumayanlarda mutluluk oranı %63,5
*İlkokul mezunu olanlarda %62,9,
*Ortaokul mezunlarında %61,4,
*Lise mezunlarında %60,2’dir.
*Yükseköğretim mezunu olanlarda %57,8.’dir.
Doğrusunu isterseniz, bu istatistiki rakamlara itibar etmek lâzım. Hiç okul okumamış olan, kafasına pek bir şeyi takmaz. Bir şeyleri dert edinmez. Zaten kapasitesi buna müsait değil. Kişi okudukça ve aydınlandıkça çevresinde olup bitenlerden daha çok haberdar olur. Haksızlıkları, iltimasları, dengesizlikleri sezer. Bu durum, haliyle mutluluğunu gölgeler.
Toplumlara bakınız, haksızlıklara karşı en çok direniş gösterenler, hep okumuş, kültürlü, tahsilli insanlardır. Cahil insan, olanları normal karşılar, bir yerde TAKDİR olarak düşünür ve yorumlamaya bile gerek görmez.
Aydın insan ise, toplumun dertleriyle dertlenir. (NİÇİN), (NEDEN) sorularını sorar. Çünkü, sorgulama kabiliyeti yüksektir. Tahsil hayatında sorularla karşılaşmış, sormuş, sorgulamıştır. Cahil insanın ise sorgulama kapasitesi düşüktür.
Evet, ben bu istatistiğe gerçekten inandım. İnsanların, bilgileri arttıkça, mutsuzluklarının artacağı, hele-hele kendilerini topluma adamış bilgeler için mutsuzluk oranının çok daha yüksek oranda olacağına inancım tamdır.
Bu istatistikten çıkan net bir sonuç var. Cahil kal MUTLU OL!