Bu kadim şehir o kadar değerli ki;
Napolyon Bonapart “Dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu.” diyerek İstanbul’un merkezi konumunu aktarırken yine Fransız yazar ve politikacı Alphonse de Lamartin “Dünyaya bir kere bakmak zorundaysan sadece İstanbul’a bak!” şeklinde İstanbul’un hakkını teslim etmiştir.
İstanbul’un fethinin 571. seneyi devriyesini yaşadığımız şu saatler de sevgili peygamberimizin Hz. Muhammedin (sav) MS 571 doğum sayı ile bu sene denk gelmesi manevi anlamda tam olarak örtüşmüş oldu.
Sevgili peygamberimizin o bilindik sözü hâlen hepimizin dilinde; “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.”
Bu sene fethi kutlamalar bir başka olacak…
İbn-i Haldun’un çok sevdiğim bir sözü vardır; “ Coğrafya, kaderdir.”
Bu topraklar o kadar önemli jeopolitik bir yerdeki atalarımızın zamanında cihana hükmetmişler, tarih tekerrürden ibarettir.
Bizlerde doğru hamleler yaptığımız sürece bu amaca ulaşmamız çok uzak olmadığını düşünüyorum.
Bunu sağlayacak mekanizmada; Bilim, fen ve teknolojiye karşı topyekûn sahiplenmekle olacaktır.
2024 yılı öyle bir zaman dilimi oldu ki, hepimiz şu zaman dilimlerinde tarihe şahitlik ve tanıklık etmekteyiz. Kadim şehir İstanbul’umuzdan bahsetmek isterim.
“Geçmişini bilmeyen, yaşadığı gününü bilemez, gelecekte ise yol alamaz. “
İstanbul demek, Fatih Sultan Mehmed han demektir; II. Mehmed meşhur şu sözü vardır.
“ Ey Konstantine! Ya sen beni alırsın, ya ben seni alırım!”
06 Nisan 1453’de kuşatması başlayan İstanbul, 29 Mayıs 1453’de 21 yaşındaki II.Mehmed tarafından Salı günü fethedilmiştir.
1 Haziran 1453 tarihinde ilk Cuma namazını Ayasofya’da hocası olan Akşemseddin tarafından kıldırılmıştır.
Tüm dünya bu fetihle birlikte bundan sonra Osmanlı Padişahına, Fatih Sultan Mehmed olarak hitap edecektir.
Fatih Sultan Mehmed vizyonu o kadar genişti ki kaynakları aslında okumak için o dili öğrenirdi. 15.yüzyılda bir padişah olarak ana dili dâhil 7 dil bilmekteydi.
İstanbul’u fethetmesiyle orta çağ bitmiş ve yeniçağ başlamıştır. Bu yüzden tarihte “Çağ açıp kapatan hükümdar” ve “Grand Turco (Büyük Türk)” olarak bilinir.
1.Mehmed; Sultanü’l-Berreyn ve Hakanü’l-Bahreyn (İki karanın ve iki denizin Hükümdarı) olarak tanınırdı.
Fatih Sultan Mehmet, Avrupa kıtasında Vatikan baskısından kaçan bilim ve sanat insanlarını İstanbul’a toplayarak, İstanbul’umuzu âdeta dünyanın, bilim ve sanat başkenti haline getirmiştir.
OSMANLI DEVLETİNİ, OSMANLI İMPARATORLUĞUNA YÜKSELTİLMESİ BU DAHİ PADİŞAHA BORÇLUYUZ.
Fethin simgesi ve kılıç hakkı olarak Fatih Sultan Mehmed Han, Ayasofyayı 29 Mayıs 1453 tarihinden itibaren Cami’ye çevirmiştir.
10 Temmuz 2020 tarihinde itibaren Cumhurbaşkanı kararnamesi ile Ayasofya 1453-1934 yıllarında olduğu gibi tekrar camii statüsüne getirilmiştir. 24 Temmuz 1923 Lozan Anlaşmasının 97.yılında yani 24 Temmuz 2020 tarihinde Ayasofya’da müzeden sonra camii ye geçirildikten sonra ilk Cuma namazı kılınmıştır.
Henry Ford ”Eğer gelecek hakkında düşünmezseniz, asla bir geleceğiniz olmaz.” geleceğimizin selameti için geçmişimizi iyi bilip, ders çıkartmamız gerekmez mi!
Fatih Sultan Mehmed kimdir sorusuna;
30 Mart 1432’de, o dönemde Osmanlı Devleti’nin başkenti olan Edirne’de, II. Murad’ın ve Hüma Hatun’dan olan oğluydu olarak dünyaya geldi. Mehmed iki yaşına kadar Edirne’de kaldıktan sonra 1434’te sütninesi ve küçük ağabeyi Alâeddin Ali ile birlikte 14 yaşındaki büyük ağabeyi Ahmed’in Rum sancakbeyi olduğu Amasya’ya gönderildi.
Burada ağabeyi Ahmed’in erken yaşta ölmesi üzerine Mehmed altı yaşında Rum sancakbeyi oldu. Diğer ağabeyi Alâeddin Ali ise Manisa’da Saruhan sancakbeyi oldu. İki yıl sonra babaları II. Murad’ın talimatıyla iki kardeş yer değiştirdiler ve Mehmed Saruhan sancakbeyi oldu.
Mehmed’in eğitimi için babası çeşitli hocalar görevlendirdi. Ancak zeki olduğu kadar hırçın bir çocuk olan Mehmed’in eğitilmesi kolay olmadı. Şehzade Mehmed’in medrese kökenli hocalarının yanı sıra bilgi edindiği Batılı şahsiyetler de bulunmaktaydı. Saruhan (Manisa) sarayında İtalyan hümanisti Anconalı Ciriaco ve saraydaki başka İtalyanlar onun Avrupa tarihi ile Antik Yunan filozoflarının hayatlarıyla ilgili kitaplar okumasına önayak olmuştu. Bu durum Şehzade Mehmed’e çok kültürlülük kazandırmıştır.
Topkapı Sarayı arşivinde bulunan II. Mehmed’in şehzadelik yıllarına ait olan karalama defterinde Latin harfleri, Arap harfleri, Roma büstlerini andıran insan çizimleri ve Osmanlı figürleri bulunmaktadır. Ayrıca Fatih Sultan Mehmed’in Arapça ve Farsça’nın yanı sıra Latince, Yunanca ve İtalyanca bilmesi bu dönemdeki münasebetlerine dayandırılmaktadır.
1.Mehmed, iki ağabeyinin erken yaşta ölümü üzerine tahtın tek varisi oldu. Sultan II. Murad, tahtını erkenden oğluna devretti. 12 yaşında Osmanlı tahtına çıkan Fatih Sultan Mehmet, Edirne’ye gelir gelmez, babası ile anlaşma imzalayan Avrupalı Hıristiyan devletlerin, haçlı seferiyle karşılaştı. Papa, Hristiyanlar yeni bir sefer için harekete geçirdi. Sadrazam Çandarlı Halil Paşa’nın fetih harekâtını durdurarak barışçı bir politika izlemesi nedeniyle, akıncılar akından kaldı, bu yüzden Anadolu ve Rumeli’de ele geçirilen bazı yerler, eski devletlere geri verildi. Çocuk yaşta bir şehzadenin padişah olması da yadırgandığından, her yandan ayaklanma ve başkaldırmalar birden ortaya çıkıverdi. Halil Paşa’nın çağrısı ve yeniçerilerin ayaklanması üzerine II. Murad yeniden tahta çıktı. II. Mehmed ise Manisa sancakbeyliğine geri döndü. 1448’de ve 1450’de babasıyla birlikte Arnavutluk seferlerine katılarak tecrübe kazandı. 1450’de Dulkadiroğulları Beyi Süleyman Bey’in kızı Sitti Mükrime Hatun ile evlendi. 10 Şubat 1451’de babası ölünce tekrar tahta oturdu.
Fatih Sultan Mehmed, uzun boylu, dolgun yanaklı, kıvrık burunlu, adaleli ve kuvvetli bir padişahtı. Fatih Sultan Mehmed okumayı çok severdi. Farsça ve Arapça’ya çevrilmiş olan felsefi eserler okurdu.
1466 yılında Batlamyos Haritasını yeniden tercüme ettirip, haritadaki adları Arap harfleriyle yazdırdı.
Bilimsel sorunlarda, hangi din ve mezhebe mensup olursa olsun bilginleri korur onlara eserler yazdırırdı.
Fatih Sultan Mehmed 1481 yılına kadar hükümdarlık yaptı ve bizzat 25 sefere katıldı. Sınırları Tuna’dan Kızılırmak’a kadar genişleyen Devletinin başşehri olarak İstanbul’u almak ve Hz. Peygamber’in övgüsüne mazhar olmak en büyük ideali idi Fatih Sultan Mehmed’in. İstanbul’u almak için Boğaz’a hâkim olmanın şart olduğunu bilen Sultân Mehmed, 1452’de Boğazkesen Hisârı dediği Rumelihisârını inşa ettirdi. Karşısında Yıldırım’ın inşa ettirdiği Anadoluhisârı yükseliyordu ve artık Osmanlının izni olmadan boğazı geçmek mümkün değildi.
Planı sezen İmparator zor durumdaydı. Bizans’lılar parlayan ateşlerine ve Hz. Meryem’e güveniyorlardı. Ancak 1453 Şubatında Edirne’den yola çıkan toplar 5 Nisanda İstanbul önlerine geldi. 6 Nisan’da muhasara başladı. 53 gün süren muhasara sırasında Fâtih’in ordusu, tarihe geçen kahramanlıklar yazdı. Muhasaranın 53. Günü Hz. Peygamber’in müjdelediği fetih 29 Mayıs 1453 günü gerçekleşti ve Osmanlı ordusu tekbir sesleriyle Topkapı ve Eğrikapı yönlerinden İstanbul’a girdi.
Ayasofya’ya sığınan on binlerce insanın burnu bile kanamadı ve İslâm Hukukunun bu konudaki hükümleri aynen uygulandı ve herkese temel hak ve hürriyetleri tanındı.İstanbul’u fetheden Sultan Mehmed 1100 yıl hüküm süren Doğu Roma İmparatorluğunu ortadan kaldırdı ve Fatih ünvanını aldı. Fethin hemen ardından Mehmed şehrin onarımına başladı. Fatih, Rum Ortodoks Patrikhanesi, Ermeni Patrikhanesi ve Yahudi hahambaşı bulunmasına izin verdi. 6 Ocak 1454’te Yorgo Skolaris’i yeni Ortodoks patriği olarak atadı. Ayasofya camiye çevrildiğinden Patrikliğe resmî makam yeri olarak Havariyun Kilisesi verildi. Şehirdeki Yahudilerin hahambaşı olarak Moşe Kapsali atadı. 1461 yılında ise Bursa Psikoposu Hovakim İstanbul Ermeni Patriği olarak atandı.
II.Mehmed, Theodosius Forumu’nun olduğu yerde ilk sarayının inşasını başlattı. ( Theodosius Forumu bugün kısmen Beyazıt Meydanı’nın olduğu alana tekabül eden Doğu Roma İmparatorluğu meydanıdır.) Daha sonraki yıllarda ise Sarayburnu’nda Topkapı Sarayı’nı inşa ettirdi. Fatih 1481’de, Anadolu’ya doğru yeni bir sefere çıktı. Ama daha yolun başında hastalandı ve 3 Mayıs 1481’de Gebze yakınlarındaki Hünkâr Çayırı’ndaki ordugâhında öldü. Gut hastalığından öldüğü sanılmakla birlikte, zehirlendiği de söylenir. Ölümünden sonra oğlu Bayezid tahta çıktı. Fatih Camii’ndeki türbesinde yatmaktadır. Seferi nereye düzenlediği tam olarak bilinmemektedir. Zira Fatih bu bilgiyi seferin güvenliği açısından çok gizli tutuyor ve kimseye söylememiştir.
Fatih, 30 yıllık hükümdarlığı boyunca iki imparatorluğa, dört krallığa, altı prensliğe, beş dukalığa son verdi. Fatih, üstün asker kişiliğinin yanında devlet adamı kimliği ile de Osmanlı tarihine damgasını vurdu.
Onun zamanında, “Fatih Kanunnamesi”, “Atik Kanunname” ve “Kanunname-i Ali Osman” adı verilen yasalar hazırlandı.
Fatih Sultan Mehmed’ten söz ederken edebi kişiliğini de unutmamak gerekir. Şiire büyük ilgisi vardı. “Avni” mahlasıyla şiirler kaleme aldı. Fatih, aynı zamanda “divan”ı olan ilk padişahtır.
İstanbul tarihçesi;
Byzantion ve Bizans Dönemi (M.Ö 667-M.S. 333): M.Ö. 667 yılında Antik Yunanistan’dan gelen Megaralı kolonistler bugünkü tarihi yarımadanın en doğusuna Byzantion adlı şehir devletini kurdular. Byzantion, M.Ö. 196’da Romalılar tarafından işgal edilinceye kadar şehir devleti özelliğini korumuştur. Bu antik Yunan şehri bugünkü İstanbul’un kentsel ilk atası olarak kabul edilir.
Roma Başkenti Konstantinopolis ve Geç Roma Dönemi (330-395) (330-1453): İstanbul’un başkentlik tarihi Roma İmparatorluğunun Doğu-Batı ayrılmasından 65 yıl önce başlamıştır. 11 Mayıs 330 tarihinde Roma İmparatoru I. Konstantin Byzantion’u imparatorluğun yeni başkenti seçmiş ve Yeni Roma (Lat.: Nova Roma) diye tekrar isimlendirmiştir. İlk zamanlarından itibaren yeni başkentin tarihçileri kurucusunun adından dolayı onu Konstantinos’un Kenti; Konstantinopolis diye anmaya başlamışlardır. Şehir hızla eski site sınırlarından taşarak batıya doğru yayılmaya başlamıştır.
Roma’nın istilası ve yıkılmasıyla onun yerine geçen Konstantinopolis, 395’de ikiye bölünen Roma İmparatorluğu’nun ardılı devlet Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti olur.
Bizans Başkenti Konstantinopolis ve Bizans İmparatorluğu Dönemi (395-1204)
Konstantinopolis: Önce Doğu Roma İmparatorluğu adıyla kurulan ve Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra zamanla adı Bizans İmparatorluğu’na dönüşen devletin de 395′ de başkenti olmuştur. Konstantinopolis erken ortaçağda da dünyanın en parlak ve zengin şehridir.
Latin Şehri Konstantinopolis ve Latin İmparatorluğu Dönemi (1204-1261): 1204-1261 yılları arasında Latinlerin işgaline uğrayan Konstantinopolis Latin İmparatorluğu’nun bir parçası haline gelmiştir.
Bizans Başkenti Konstantinopolis ve Geç Bizans İmparatorluğu Dönemi (1261-1453): Latin egemenliğinden sonra Konstantinopolis daha sonra tekrar 1453’e kadar Bizans İmparatorluğu’nun başkenti olmuştur. 29 Mayıs 1453 tarihinde Fatih Sultan Mehmet’in Konstantinopolis’i ele geçirmesiyle şehir Osmanlı Devleti’nin başkenti olmuştur.
Konstantiniyye ve Osmanlı İmparatorluğu Dönemi (1453-1922): Konstantiniyye veya İstanbul adını alan şehir bu dönemde büyük bir cihan imparatorluğunun başkenti olmuştur, üç kıtada yayılan toprakları 400 yıldan uzun süre hâkimiyetinde bulundurmayı başarmıştır.
İstanbul ve Türkiye Cumhuriyeti Dönemi (1923-∞): Daha çok bilgi için: Türkiye Cumhuriyeti tarihi 1923’te Ankara’nın Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti ilan edilmesiyle İstanbul, 330’dan beri sürdürdüğü başkentlik özelliğini kaybetmiştir. 1930’da Konstantinopolis adı tamamen yürürlükten kaldırılmış ve şehrin resmi adı İstanbul olmuştur.
Ayasofya tarihçesi;
Tarihi yarımadada Fatih ilçesine bağlı Sultanahmet meydanında bulunan Ayasofya, İstanbul’da yapılmış en büyük Bizans kilisesi olup, aynı yerde üç kez inşaa edilmiştir. İlk yapıldığında Megale Ekklesia (Büyük Kilise ) adını almış, V. yüzyıldan itibaren ise Hagia Sophia (Kutsal Hikmet) olarak adlandırılmıştır. I. Kilise İmparator Constantinos ’un (324–337) oğlu imparator Constantios (337–361) tarafından 360 yılında yaptırılmıştır. Bu kilise bazilikal planlı ve ahşap çatılıdır. Kilise 404 yılında İmparator Arcadios’a karşı, çıkan halk ayaklanmasında kısmen yakılmış ve harap olmuştur. II. Kilise İmparator II. Theodosios (408–450) tarafından Mimar Ruffinos ’a 415 yılında inşaa ettirilmiştir. Bu yapı da yine bazilikal planlı, ahşap çatılı, 5 nefli ve 3 kapılı anıtsal girişli bir yapıdır. II. Ayasofya da İmparator Iustinianos ( 527–565) aleyhine 532 yılında başlayan ve tarihte Nika ayaklanması olarak adlandırılan isyan sonucunda yanmış ve yıkılmıştır. Bugünkü Ayasofya İmparator Iustinianos tarafından dönemin iki önemli mimarı olan Miletos’lu (Milet) Isidoros ile Tralles’li (Aydın) Anthemios’a yaptırılmıştır. Binanın yapımına 23 Şubat 532 tarihinde başlanmış,1000 usta ve 10.000 işçi ile 5 yılda tamamlanmış, 27 Aralık 537 yılında ibadete açılmıştır. Ayasofya’da VI. yüzyılda yapılan orjinal tavan mozaiklerinin bitkisel ve geometrik motifli olanları günümüze kadar ulaşmış, ancak tasvirli mozaikler ikonaklazma akımının bitiminden sonra yapılmıştır.
Ayasofya Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un 1453 yılında fethi ile birlikte camiye çevrilmiş, çeşitli tarihi belgelerde harap durumda olduğu belirtilen yapı İstanbul’un fethinden sonra hiçbir tahribata uğratılmadığı gibi, yapılan güçlendirme ve onarımlarla günümüze kadar en iyi şekilde korunmuştur. Ayrıca Osmanlı mimari unsurları ile yapılan ilave ve eklerle de kutsal bir mekân ve ibadethane olarak varlığını sürdürmüştür.
Yapının içine XVI. ve XVII. yüzyıllarda minber, mihrap, vaaz kürsüleri, ahşap korkuluklar ilave edilmiştir. Sultan I.Mahmut döneminde kütüphane yaptırılmıştır. Burada yer alan çiniler XVI. yüzyılın seçkin örneklerindendir. Sultan III. Murat, zamanında minareler, Ayasofya avlusu içerisinde I. Mahmut tarafından şadırvan ve Sıbyan mektebi ve Sultan Abdülmecit döneminde muvakkithane yaptırılmıştır. Ayasofya’nın güney avlusunda III. Murat türbesi, Sultan III. Mehmet türbesi, Sultan II. Selim Türbesi, Şehzadeler Türbesi inşaa edilmiştir. Bizans döneminde Vaftizhane olan yapı ise Sultan I. Mustafa ve Sultan İbrahim türbesi haline getirilmiştir. Fatih Sultan Mehmet’in Ayasofya’yı camiye çevirdikten sonra kuzey tarafına bir medrese inşa ettirdiği bilinmektedir.
Ayasofya 24 Kasım 1934’ te Mustafa Kemal Atatürk’ün önerisi ve Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye dönüştürülerek 1 Şubat 1935’ te ziyarete açılmıştır. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün verdiği izin sonrası başlayan çalışmalar 15 yıl sürdü ve 1947’de tamamlandı. 1996’da Dünya Anıtları İzleme listesine alınan Ayasofya’nın kubbesi ve minareleri, Dünya Anıtları Fonu’nun da desteğiyle 1997-2002 arasında restore edildi. Müze aynı zamanda UNESO Dünya Mirası listesinde.
Ayasofya’nın tekrar camii olma süreci ilk olarak 2005 yılında başladı, 2005 yılında yargıya taşınan olay Danıştay 10. Dairesi tarafından reddedildi.
2016’da tekrar açılan dava da Haziran 2018’de açıklanan karar ile aynı şekilde sonuçsuz kaldı. Temmuz 2016’da Ayasofya Müzesi’nde düzenlenen Kadir Gecesi programında, 85 yıl aradan sonra sabah namazı ezanı okundu. Ekim 2016’da Müze’nin ibadete açık olan bölümü Hünkâr Kasrı’na, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından uzun yıllardan sonra ilk kez asaleten imam atandı. 2016 itibarıyla Hünkar Kasrı bölümünde vakit namazlar kılınmaya ve minarelerinden Sultanahmet Camii ile 5 vakit çifte ezan okunmaya başlandı.
29 Mayıs 2020 tarihinde İstanbul’un Fethinin 567. yıl dönümünde Fetih Suresi okundu. Bu gelişmelerin ardından Ayasofya’nın cami olma süreci tekrar gündeme geldi. Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği’nin “Ayasofya’nın camiden müzeye dönüştürülmesine yönelik Bakanlar Kurulu kararının iptali” istemiyle Danıştay’da dava açması üzerine 2 Temmuz 2020 tarihinde duruşma gerçekleştirildi ve 10 Temmuz 2020 tarihinde Danıştay 10. Dairesi, Ayasofya’nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını “Ayasofya’nın vakıf senedindeki camii vasfı dışında kullanımının ve başka bir amaca özgülenmesinin hukuken mümkün olmadığını” belirterek iptal etti.
Bunun üzerine 2729 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararı ile Ayasofya, Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilerek tekrar cami statüsüne dönmüş oldu.
Victor Hugo şöyle der; ”Gelecek; güçsüzler için ulaşılmaz, korkaklar için bilinmezlik, cesurlar için ise şanstır.” demektedir. İyi bir gelecek için geçmişimizi bilerek, hareket etmemiz bizim için bir şans değil midir!!
TARİH, KÂİNATIN VİCDANIDIR.
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK şöyle demiştir; Büyük devletler kuran ecdadımız büyük ve şümullü medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur. Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.