Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Fatih ARITÜRK
Fatih ARITÜRK

KEMAL KILIÇDAROĞLU ALEVİ İSE, NE OLMUŞ YANİ!!!

Millet ittifakı Cumhurbaşkanı adayının CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu olacağı söylentileri giderek güç kazanırken, şimdi birileri (KILIÇDAROĞLU AVELİ’DİR) diyerek akıllarınca yolunu kesmek istiyorlar. Hem, Alevi ise ne olmuş, yani! Sayın Kılıçdaroğlu ister Alevi, ister Sunni olsun. Sonuç itibarıyla adam gibi adamdır.

İşin gerçeği şu ki, Alevilere karşı hep acımasız tepkiler ve ön yargılar olmuştur. Zaman-zaman bazı yörelerde Alevi evlerinin kırmızı boya ile işaretlendikleri haberleriyle karşı karşıya kalmışızdır. Alevi yurttaşlarımızı hedef alan bu gelişmeler, elbette dikkatleri çekici ve esef vericidir. Alevi Yurttaşlarımız hep hor ve hakir görülmüş, zaman-zaman eziyetlere, zulümlere ve hatta katliamlara hedef olmuşlardır. Doğrusunu isterseniz, benim Aleviliğe büyük bir merakım ve ilgim vardır. Alevi ozanların yürekleri dağlayan deyişlerinden etkilendiğimi özelilkle vurgulamak isterim. Öyle can alıcı, yürek yakıcı deyişleri var ki, yaşanmadan bu deyişlerin mısralara dökülmesinin imkânı yoktur. Alevi ozanların, bu yürekler dağlayıcı deyişleri, uğradıkları zulmün dile getirilmesinden kaynaklıdır. Zulüm gören toplumların ozanları yüreklerindeki yangının etkisiyle gerçekten çok etkileyici, vurgulayıcı deyişleri dile getirebilmektedirler.

Alevilere yapılan zulümlerin tarihi Kerbela olayı ile başlar.  Kerbela’da Hazret-i Hüseyin’e ve ehl-i beyte karşı işlenen büyük zulüm, Aleviler için bir milattır. Gerçekten bu öyle bir zulüm ki, dünyada misli görülmemiştir. Hazret-i Hüseyin’le birlikte olan ehl-i beytin bütün fertleri günlerce susuz bırakılmış ve sonra kılıçtan geçirilmişlerdir.

Hz. Hüseyin, Hicret’in 4. yılında Şaban ayının 3. gününde Medine-i Münevvere’de dünyaya teşrif etmiştir. Hz. İmâm-ı Ali ile Hz. Fâtıma’tüz-Zehrâ’nın ikinci oğullarıdır.

Hz. İmâm Hüseyin’in künyeleri; “Ebû Abdullah”, lâkapları; “Sıbt, Şehit, Tâbi’li emr’illah (Allah’ın emrine uyan), Zeki ve Mübârek” tir. Hz. Hüseyin’in 5 erkek, 3 kız olmak üzere 8 evlâtları olmuştur. Erkek evlâdının üçünün adı Ali’dir; içlerinden sadece Ali Zeynel Âbidin kendilerinden sonra hayatta kalmış ve soyları Hz.İmâm Zeynel Âbidin Âli’den yürümüştür. Ali Ekber ile süt emer bir çağda bulunan Ali Asgar ise Kerbelâ’da şehit olmuşlardır.

Hz.Peygamber bir hadîslerinde; “Hüseyin bendendir, ben Hüseyin’denim; Hüseyin’i seveni Allah sever” buyurmuşlardır. Bu sözü söyleyenin kendi dileğine uyup söz söylemediği, sözünün vahye uygun olduğu Kurân-ı Kerîm’de; “O, arzusuna göre söz söylemez. O’nun sözü kendisine vahiy olunan bir vahiyden başka bir şey değildir” âyetleri ile bildirilen ve yine; “Elbette Rabbin sana ihsân edecek, sen de hoşnut olacaksın” âyeti ile müjdelenen iki cihân serveri, Peygamberlerin sonuncusu ve adı Allah adından sonra anılan, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed’dir.

Peygamber Efendimiz birgün Hz. Fâtıma’nın evlerinin önünden geçerlerken, Hz. Hüseyin’in ağladıklarını duyup, Hz. Fâtıma’ya; “Bilmez misin ki onun ağlayışı beni incitir” buyurdukları da bilinmektedir.

Hz. Resûlullah yine bir hadîslerinde; “Hasan ve Hüseyin, cennet gençlerinin iki ulusudur” demiş; “Babalarının, onlardan da hayırlı” olduğunu buyurmuş ve onların; “Arşın iki küpesi” mesâbesinde olduklarını söylemiştir.

Hz. İmâm Hüseyin, babası Hz. Ali’nin yanından hiç ayrılmadı. Babası ile birlikte Cemel ve Sıffıyn savaşlarına katıldı. Bu savaşlarda yiğitliğini fazlası ile gösterdi ve kendisine herkesi hayran bıraktı.

Hz.İmâm Hüseyin dünyaya geldiğinde, Hz. Resûl-ü Ekrem’in; “Cebrâil’in onun şehâdetini kendilerine haber verdiğini” bildirdikleri rivâyet edilmiştir. Hz. Peygamber, Cebrâil Aleyhisselâm’dan bu haberi aldıklarında, İmâm Hüseyin’i kucaklarına alıp ağlamışlardı. Ümeys kızı Esmâ, ağlayışlarının sebebini sorunca, Hz. Peygamber; “Azgın bir tâife, onu öldürecek; onlar şefâatime nâil olamazlar” buyurmuşlar ve bunu Fâtıma’ya haber vermemesini söylemişlerdi. Hz. İmâm Hüseyin’in doğumlarından bir yıl sonra Hz. Peygamber’e, Hz. İmâm Hüseyin’in şehâdeti yine haber verilmişti. Mü’minler anası Ümmü Seleme de kendi evinde, Hz. Resûl-ü Ekrem’in; “İmâm Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edileceğini” haber verdiklerini bildirmişlerdir.

Hz.İmâm Hüseyin, kardeşleri Hz. İmâm Hasan’ın, Muâviye ile uzlaştıklarını duyunca, huzûrlarına varıp sebebini sormuşlardı; aynı zamanda da ağlamaktaydılar. Hz. İmâm Hasan’ın kardeşine cevapları şu olmuştu; “Bundan önce babam Hz. Ali’nin uzlaşmasına sebep olan şey, bana da sebep oldu.”

Hz.İmâm Hasan’ın vefâtlarından sonra Iraklılar, Muâviye aleyhine hareket tasarlamışlar, Hz. İmâm Hüseyin’e biat etmek istemişlerdi. Hz.İmâm Hüseyin’den; “Muâviye ile aramızda uzlaşma var; onu bozmak olmaz; Muâviye ölünce bu iş için gereken şeyi yapacağım” cevabını almışlardı.

Hazret-i Hasan ile Muaviye arasında yapılan anlaşmaya göre Muaviye’nin ölümünden sonra hilafet Hazret-i Ali’nin çocuklarına devredilecekti. Ancak Muaviye sözünde durmamış, ölmeden önce oğlu Yezid’i (Allah’ın laneti üzerine olsun) kendisine halef olarak ilan etmişti.

Yezid’in, biat talebini reddeden Hz. İmâm Hüseyin, kardeşleri Hz. İmâm Hasan’ın vefâtlarından 9 yıl sonra ve Muâviye’nin ölümünden 2 yıl önce Mekke’ye gitmiş, Hâşim oğullarıyla,“Ehl-i Beyt” dostlarını toplayıp onlara bir hutbe îrâd buyurmuşlar; “Ehl-i Beyt’e” ve “Ehl-i Beyt” Şîa’sına yapılan zulümlerden bahsedip demişlerdir ki;

“Bugün ben size bâzı şeyler sormak istiyorum; sözlerim doğruysa gerçekleyin; değilse yalanlayın; sözlerimi duyun, yazın, yayın; sonra şehirlerinize boylarınıza dönünce emin olduğunuz, inandığınız kişilere sözlerimi duyurun, onları çağırın; çünkü ben, bu gerçeğin sürpüp yıpranmasından, yitip gitmesinden korkuyorum” buyurmuştu.

Hazret-i İmam Hüseyin kendisine yapılan davet üzerine çoğu ehl-i beytin fertlerinden oluşan bir kafile ile Kufe’nin yolunu tuttu. Ancak, Kerbela mevkiinde, Yezid’in askerleri tarafından çembere alındı. Kafile, günlerce susuz bırakıldı. Sonra da kerbela katliamı gerçekleşti. Hazret-i Hüseyin ile olan kafilenin tümü kılıçtan geçirildi. Hazret-i Hüseyin’in Mübarek başı da YEZİD MEL’UNUNA götürülmek üzere kılıçla kesildi. Katliamdan sağ olarak kurtulan sadece Hazret-i Hüseyin’in oğlu Zeynel Abidin olmuştu.

Kelime anlamı (ALİ’Yİ SEVENLER) olarak açıklanabilen ALEVİLER, ehli beyte karşı işlenen zulmün miladı olarak KERBELA’YI kabul ederler. Her mezhepten Müslümanlar da, Kerbelâ’nın, ehl-i beyte karşı işlenmiş büyük bir katliam ve zulüm olduğu görüşünde birleşirler.

Maalesef, Alevilere karşı işlenen zulümler Kerbela katliamıyla sınırlı kalmamıştır. İslam tarihi incelendiğinde  kendilerini ALEVİ olarak tanımlayan kesimin hep zulüm gördükleri müşahade edilmektedir. Emevilerden ve Abbasilerden sonra Selçuklular, Osmanlılar ve hatta Cumhuriyet tarihimizde bile inançlarından dolayı Alevi kardeşlerimizi horlayan bir zihniyet hep varolmuş ve sistemin içinde  kendisini göstermiştir. Hatta Aleviler için “KATLİ VACİP” diyerek fetvalar çıkarıldığı tarihi gerçeklerdir.

Bu cümleden olmak üzere Ebu Müslim Horasani, Hallacı Mansur, Baba İlyas, Baba İshak, Seyit Nesimi, Torlak Kemal,  Börklüce Mustafa, Şeyh Bedrettin, Şahkulu Sultan, Bozoklu Şeyh Celal, Şah Veli, Baba Zünnun, Kalender Çelebi, Koca Haydar/Pir Sultan Abdal gibi Alevi önderleri katledilmiş, darağacına çekilmişler zümresindedirler.

Alevilerin yedi büyük ozanı vardır. Bunlar Seyyit Nesimi, Şah Hatayi, Fuzuli, Yemini, Virani ve Pir Sultan Abdal’dır. Yunus Emre’nin de Alevi olduğu yolunda görüşler olduğunu belirtelim.

Cumhuriyet tarihinde de Dersim Soykırımı, Seyyit Rıza olayları, Muğla’da, Malatya’da, Maraş/Elbistan’da, Hatay/Kırkhan’da, Malatya’da, Sivas’ta, Maraş’ta, Çorum’da Alevilere karşı katliamlar devam etmiştir.

Madımak/Sivas, Gazi/İstanbul, Ümraniye/İstanbul katliamları da Alevi yurttaşlarımıza karşı işlenen katliamlar cümlesindendir.

Şimdi sıkı durun önemli bir açıklama yapacağım. CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, Hazret-i Hüseyin’in soyundandır. Yani, halkın diliyle SEYYİDTİR. Hem de SECERESİ SAHİH BİR SEYYİD. İslam şeriatına göre, devletin başındaki zatın SEYYİD olması esastır.

(ELHAMDÜLİLLAH, ŞERİATÇIYIZ!) diyenlere duyurulur…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER