Siirtlilere ait geçmiş yıllarda yaşanmış olayları hikaye veya masal tadında anlatan anekdotlar vardır. Ancak, yazılı olmayan bu anekdotları yaşatmak adına istedik ki yazıya dökelim, kalıcı hale getirerek, gelecek nesillere aktaralım.
İşte, geçmiş yıllara ait iki kısa Siirt Anekdotu:
GENETİK OLARAK ZEKA SEVİYESİ YÜKSEK SİİRTLİ AİLE
Geçmiş yıllarda, Siirtli bir Şâir, Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed’e (O’na, al ve ashabına salat ve selâm olsun) ithaf olarak yazdığı uzunca bir kasideyi, devrin yine Siirtli âlimlerinden birine götürerek, düşüncesini almak istemiş. Aralarında “Hoca-Talebe” ilişkisi olduğu için, evine gitmiş. Âlim kişi, divan odasında Şâiri kabul etmiş. Divan odasında, âlim zatın genç oğlu ve 10-12 yaşlarındaki kızı da bulunuyormuş.
Şâir, ne maksatla geldiğini belirterek, Kasidesini sunmak isteyince, âlim zat:
-Hele, yazdığın Kasideyi sen kendin yüksek sesle bir oku da, çocuklarla birlikte dinleyelim demiş.
Bunun üzerine Şâir, kasideyi okumuş. Âlim zat:
-Bu kaside, benim kasidem, nasıl olur, eline nasıl geçti! diye gülümsemiş ve:
-Bak, inanmıyorsan okuyayım, dinle! diyerek, kasideyi eksiksiz tekrarlamış.
Zavallı Şâir, bu duruma şaşırarak:
-Vallahi Hocam, bu kasideyi ben yazdım. Sizden önce de hiç kimseye ne okudum ne okuttum. Siz, şimdi okuyunca hayretler içinde kaldım! Bu nasıl olur? diyecek olmuş.
Bunun üzerine, âlim zat:
-Bak, hatta oğlum da kasideyi ezbere biliyor! dedikten sonra, oğluna dönmüş:
-Oğlum, kasideyi okusana demiş.
Âlim zatın, genç oğlu da yüksek sesle, eksiksiz ve kusursuz bir şekilde kasideyi okumuş. Şâir, bu işe daha da hayret etmiş. Sözü:
-Bu nasıl olur, emin olun, ben bunu kendim yazdım. Ama, artık ben de kendimden şüphelenir oldum! demeye getirmiş. Bunun üzerine âlim zat:
-Hatta, benim küçük kız bile, bu kasideyi ezbere biliyor dedikten sonra, kızına dönerek:
-Kızım, sen de oku bakalım kasideyi! deyince, Kız da, kasideyi eksiksiz, ve yanlışsız, bir çırpıda okuyuvermiş, Tabii, Şâirin şaşkınlığı artmış. Apışıp kalmış. Bunun üzerine âlim zat gülümseyerek, gerçeği açıklamış ve şöyle demiş:
-Allah, ömrüne bereket versin. Kaside, elbette senin kasiden. Ben, lâtife olsun diye sana bu oyunu oynadım. Allah, bana öyle bir zekâ lütfetmiş ki, ben, bir şiiri, bir yazıyı ne kadar uzun olursa olsun, bir defa okudum veya dinledim mi, ezberlerim. Bu bakımdan, Sen, yazdığın kasideyi bir defa okuyunca, ezberlemiş oldum. Oğlum da, bir şiiri veya yazıyı iki defa okur veya dinlerse ezberler. Sen bir defa okudun, ben ardından ikinci defa tekrarladım. Oğlum da, ikinci defada kasideyi ezberledi. Kızım da, bir yazıyı veya şiiri üç defa okur veya dinlerse ezberler. Sen okudun, ben okudum, ağabeyi okudu. Okuma üçe tamamlanınca, o da, kasideyi ezberlemiş oldu. “Oku” deyince de, okudu. Bu da, YÜCE ALLAH’IN bana ve çocuklarıma bir lütfü ihsanıdır.
“HISEP-IL AKULE!” VEYA MÜNKER-NEKİR’E HESAP!
Aşağıda nakledeceğimiz anekdot, Siirtli hemşerilerimize ait hayâli bir anekdot olmakla birlikte, haram malın, öldükten sonra sahibine vereceği büyük sıkıntıya işaret etmek açısından önemlidir. İşte, haram mal edinenlerin nasıl sorgulanacaklarının vurgusunu yapan yüzde yüz Siirtlilerin malı bir anekdot:
Zengin bir Siirtli, öleceğine yakın çocuklarına sıkı sıkıya:
-Size vasiyetim, öldüğümde ilk gece mezarımda benim yanımda birini yatırmanızdır. Ne kadar para verirseniz verin, amma, muhakkak, ilk gece yanımda bir olsun. Ben, ilk günün dehşetinden çok korkuyorum! Yoksa, size hakkımı helâl etmem! diye vasiyette bulunmuş. Çocukları da, babalarına verdikleri sözü yerine getirmek için, mezarda ilk gece yanında yatacak birini ayarlamışlar. İşi hamallık olan fakir amma gerçekten cesur Siirtli, verilen yüksek ücret karşılığında bir gece için mezarda ölünün yanında yatmayı kabul etmiş!
Geceyi, zengin ölünün yanında mezarda geçiren hammal, sözleştikleri gibi, sabah namazında mezardan çıkarak, Camiye gitmiş ve ölünün çocukları ile görüşmüş. Ölünün çocukları, büyük bir merak içinde, gece korkup, korkmadığını, ne olup bittiğini sormuşlar. Adam, cevap vermiş:
-Babanızın yanında mezarda yatarken ve yarı uyur, yarı uyanık bir haldeyken MÜNKER-NEKİR (Sorgu Melekleri) geldiler. Kendi aralarında konuştular. Biri diğerine “önce ölüyü mü sorgulayalım, diriyi mi?” dedi. Diğeri cevap verdi. ‘Önce diriyi sorgulayalım. Ölü, nasıl olsa artık, elimizin altında. Kaçışı, kurtuluşu yok!” Sonra, bana ne iş yaptığımı sordular. “Hammal” olduğumu söyledim. Yüklerimi taşırken, düşmesinler diye bağladığım urganımı nasıl aldığımı, ödediğim paranın helâl mi, haram mı olduğunu sordular. Anlattım. “Peki, urganının başına koyduğun AKULE’Yİ (ağaç sapan) nerden aldın?” dediler. Bir bağdan geçerken, ağacın bir dalını, sapan olmaya uygun bularak kopardığımı söyledim. Bu defa bana: “Peki, bağın sahibinden müsaade aldın mı veya kopardıktan sonra olsun bağ sahibiyle helâlleştin mi? Diye sorular yönettiler. Sizin anlayacağınız, sabaha kadar AKULE’NİN (Geçmiş yıllarda, hammallık yapanların, yüklerini bağladıkları urganlara, attıkları düğümün kaymasını ve açılmasını önlemek için ucuna taktıkları ağaçtan çatal sapan) hesabını vermekle meşguldüm ve bir türlü hesabını veremedim. Artık, babanız bunca malının mülkünün hesabını nasıl verecek. Onu bilemem!