Türkiye’nin de dahil olduğu Kore Savaşları 1950 yılının 25 Haziran günü başlamış ve 1953 yılana kadar devam etmiştir. Kuzey Kore ve Güney Kore arasında başlayan savaş, özellikle ABD, Birleşmiş Milletler ile Çin ve Komünist Bloğun da katılımıyla geniş bir alana yayılmıştır.
Türkiye, TBMM’nin 30 Haziran 1950 tarihli oturumunda verilen karar çerçevesinde Kore’ye asker göndermiştir. Kore’ye asker gönderme fikri, o zaman iktidarda olan Demokrat Parti hükûmetinin politikası gereği, artan Sovyet Rusya tehdidine karşı NATO’ya üye olabilmek için bir fırsat olarak görülmüştü.
(NATO KAFA, MERMER KAFA!) şeklinde söylenen bir deyim vardır. “Söz anlamaz, söz dinlemez taş gibi kafa” anlamında kullanılır. Nitekim, Türkiye’nin Kore’ye asker göndermemizin ardından 18 Şubat 1952 tarihinde NATO’YA alındık.
NATO’NUN, ya açık tanımıyla Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütünün, üye ülkelerin özgürlük ve güvenliklerini korumak amacıyla kurulmuş, uluslararası askeri bir ittifak olduğu söylenir. Ancak, yaşananlar bunun hiç de böyle olmadığını, gerçekte, ABD’nin hegemonyasını güçlendiren bir kuruluş olarak çalıştığını göstermektedir. Çünkü bu kuruluşun, ABD’nin isteği dışında hiçbir karar aldığı görülmemiştir.
NATO’nun siyasi amacı güya demokratik değerleri desteklemek, üye ülkelerin savunma ve güvenlikle ilgili sorunlarını istişare etmek, işbirliği yapmak, güven oluşturmak ve uzun vadede çatışmaları önlemek için olanaklar sağlamak olarak tanımlanmaktadır. Askeri amacı ise; öncelikle ülkeler arasındaki anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözülmesine yardımcı olmaktır. Başarısız olunduğu takdirde kriz yöntemi oluşturarak muhtemel askeri operasyonları masaya yatırmaktır. İttifak’ın askeri güçleri; savaş yaşanan bölgelerde NATO üyesi olmasa da bazı ülkelerin askerlerinin eğitilmesi, deniz korsanlığı operasyonları, uçuşa yasak bölgelerde güvenliğin sağlanması, ambargoların uygulanması gibi çeşitli görevler üstlenebiliyor.
Peki, günümüzde NATO’NUN yaptığı işler bu tariflere uyuyor mu! Ortadoğu’nun özellikle halkları Müslüman ülkelerine demokrasiyi getirmek adı altında, yıkım getirmiyor mu!
Türkiye, NATO’YA girdiği yıllarda dünya iki kutupluydu. Sovyetler bloğu ve ona karşı kurulmuş NATO teşkilâtı vardı. Sovyetler Birliği Türkiye’den Kars’ı ve Ardahan’ı istiyordu. Bunun için kurtuluş yolu olarak NATO’YA girmek yolu seçilmişti. Türkiye, NATO’ya ilk müracaatını Mayıs 1950’de, ikinci müracaatını ise Ağustos 1950’de yaptı. ABD, Türkiye’nin bu isteğine itiraz etmedi. Fakat İngiltere ve bazı Avrupa devletleri, Türkiye NATO’ya alınırsa bunun SSCB tarafından tepki ile karşılanacağı hatta savaşa neden olacağı düşüncesiyle Türkiye’nin başvurusuna karşı çıkmışlardı.
25 Haziran 1950’de başlayan Kore Savaşı, Türkiye’nin Batı Bloku içinde yer alması için bir fırsat oldu. Türkiye, Kore Savaşı’nın başlaması üzerine Birleşmiş Milletler Teşkilatının davetine olumlu cevap vererek 4.500 kişilik bir kuvvetle BM gücünde yer aldı. Böylece Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez yurt dışına asker yollandı. Türkiye, bu girişimi ile Amerika’yı etkileyerek NATO konusunda bu devletin desteğini almak istiyordu.
Kore Savaşı’nın meydana getirdiği kaygı verici ortam ve Türkiye’nin Kore Savaşı’nda gösterdiği başarı, Türkiye ile ilgili itirazları azaltmıştı. Ayrıca Sovyetler Birliği’nin Avrupa’ya saldırma ihtimaline karşı SSCB’ye yakın bir üs gerektiği, bunun için en uygun yerin Türkiye olduğu strateji uzmanlarınca belirtilmiş, bu da Türkiye’ye ilgiyi arttırmıştı.
15 Eylül 1951’de Ottowa’da toplanan NATO Bakanlar Konseyi, Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte kabul edilmesine karar verdi.
TBMM, 18 Şubat 1952 tarihinde Kuzey Atlantik Antlaşması ve Protokolünü kabul etti. Türkiye’nin NATO’ya girişi ile Türkiye-ABD ilişkileri gelişti. Türk topraklarının güvencesi sözde NATO güvencesi altına alınmış oldu. İşin gerçeği şu ki, TÜRKİYE, HALKI MÜSLÜMAN OLDUĞU İÇİN NATO TEŞKİLÂTININ BİR ÜVEY EVLÂDI HÜKMÜNDE!