Mertlik, insanlardaki en asil davranışlardan biridir. Sadece zenginlere özgü bir kavram da değildir. Yeri geldiğinde fakirlerin de yapabilecekleri mertlikler vardır. Güçlü kuvvetli fakir biri, bedeniyle zayıf, güçsüz kişilere hizmet ederek pek ala mertlik yapabilir. Fakir, bilgili bir kimse, bilgisinden etrafındaki insanları menfaat karşılığı olmadan yararlandırarak bilgisiyle mertlik yapmış olur.
Yatalak birine karşılıksız hizmet edilerek de mertlik yapılabilir. Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Nitekim ayet-i kerime’de mealen: (Kendileri muhtaç olsalar bile, başkasını daha çok düşünürler…” buyrulmaktadır.
Peygamber Efendimiz Hazret-i MUHAMMED’İN (O’na al ve ashabına salat ve selam olsun) mert insanlarla ilgili çok sayıda hadis-i şerifleri bulunmaktadır. “Cömertlik, dalları dünyâya uzanan cennet ağaçlarından bir ağaçtır. Kim onun dallarından birine tutunursa, bu onu cennete götürür. Cimrilik ise, dalları dünyâya uzanmış cehennem ağaçlarından bir ağaçtır. Kim de, onun dallarından birine tutunursa, bu da onu cehenneme çekip sürükler!..” buyuran Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde de:
“Cimri ile cömerdin durumu, göğüsleri ile köprücük kemikleri arasına zırh giyinmiş iki kişinin durumuna benzer. Cömert, sadaka verdikce, üzerindeki zırh genişler, uzar, ayak parmaklarını örter ve ayak izlerini siler. Cimri ise, bir şey vermek istediğinde, zırhın halkaları birbirine iyice geçer, onu sıkıştırır; genişletmek için ne kadar çalışsa da başaramaz.” Buyurmuşlardır.
Peygamber Efendimiz yine bir hadis-i şeriflerinde, şöyle buyururlar:
“Cömert insan, Allâh’a, cennete ve insanlara yakın; cehennem ateşine uzaktır. Cimri ise, Allâh’a, cennete ve insanlara uzak; cehennem ateşine yakındır! Câhil cömert, Allâh Teâlâ’ya cimri âbidden daha sevimlidir.”
Yaşanan bu ekonomik buhran döneminde zenginlerin imkânları nisbetinde ciddî bir infak ve îsâr seferberliğine ihtiyaç vardır. Unutmayalım ki muzdarip ve muhtaç insanların yerinde biz de olabilirdik. Bu sebeple hasta, garip, kimsesiz, muhtaç ve aç kimselere karşı cömertlik ve îsârımız, Rabbimize karşı bir şükür borcudur.
Konuyla ilgili bir anekdotla yazımızı noktalayalım:
Bir fakihle Şeyh Şiblî arasında geçen şu hâdise, hayra teşvik bakımından pek ibretlidir:
Fakihlerden biri, imtihan etmek maksadıyla malın ne kadarının infâk edilmesi gerektiğini Şeyh Şiblî’ye sordu.
Şiblî Hazretleri şöyle cevap verdi:
-Bunun cevabını fakihlerin meşrebine göre mi yoksa Hak âşıklarınınkine göre mi istiyorsun?”
Fakih:
Her ikisine göre de olsun deyince Hazret-i Şiblî şöyle cevap verdi:
–Fakihlerin meşrebine göre iki yüz dirhemin, üzerinden bir yıl geçtikten sonra onun kırkta birine tekâbül eden beş dirhemini vermek gerekir. Âşıkların meşrebine göre ise, derhal iki yüz dirhemin iki yüzünü de verip «yakayı kurtardım» diye bir de şükretmek gerekir.”
Fakih dedi ki:
–Biz bu mezhebi (malın kırkta birinin zekât olarak verileceğini) âlimlerimizden öğrendik.
Buna mukâbil Hazret-i Şiblî de:
–Biz de bu mezhebi Ebû Bekir Sıddîk Efendimizden öğrendik. O, nesi var nesi yoksa hepsini Âlemlerin Efendisi Rasûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in önüne koydu dedi.