Biz, Siirt’in yerlileri, milli bayramlara Siirt Arapçasıyla “İD İL MİLLİ” derdik. Birçok Siirt’çe deyim gibi, bu deyim de artık pek kullanılmaz, hatta bilinmez oldu.
Geçmiş yıllarda, Milli bayramlarda Şehrimizde büyük coşkular yaşanırdı. İstisnasız, çarşının bütün esnafları ŞANLI BAYRAĞIMIZI iş yerlerine asarlardı. Bayraksız dükkân yoktu. Hatırlıyorum da, Helvacılar Çarşısındaki dükkânlarımızda milli bayramlarda rahmetli dedemin ve kardeşlerinin yaptıkları ilk iş şanlı bayraklarımızı asmak olurdu.
Yine o yıllarda belediye zabıtası iş yerlerini tek-tek dolaşır, Bayrak asmamış olanları ikaz ederlerdi. Hiçbir esnaf, kasıtlı olarak ve bilerek Bayrak takmak işini ihmal etmezdi. Siirtliler, Mustafa Kemal ATATÜRK’Ü DE ÇOK SEVERLERDİ. Atatürk’ün devrimlerini öncelikle benimseyen Şehirlerarasında, Siirt başı çekerdi.
1930’lu 40’lı yıllara ait fotoğraflara bakın. Siirtli gençlerin tümüne yakını fötr şapka kullanırlardı. ATATÜRK’TEN bahsedilirken “GAZİ PAŞA HAZRETLERİ” deyimi yaygın olarak kullanılırdı.
Tıpkı dini Bayramlar gibi, Siirtliler evlerinde milli bayram hazırlıklarını en az 1-2 hafta öncesinden başlatılırdı. Bu hazırlıklar, genelde okullara giden çocuklara kıyafet sağlamak açısından olurdu. Milli bayramlarda okullara giden çocukların giyim, kuşamlarına büyük önem verilirdi. O yıllarda, Şehrimizde sayıları az da olsa okullar arasında büyük bir rekabet vardı. Bu yarış, bu rekabet milli bayramlarda özellikle geçit törenlerine endeksliydi. Bayramdan sonra her okulun öğrencileri resmigeçitte en güzel geçen okulun, kendi okulları olduğunu iddia ederlerdi. Bu konuda her okulun öğretmenleri de kendi okullarını sahiplenirlerdi. 23 Nisan, okulların kılık kıyafet açısından yarıştıkları bayramdı. 19 Mayıs ise sportif faaliyetler açısından okullar arası bir yarışmaya dönüştürülürdü. Cumhuriyet Bayramı, adeta dini bir bayram gibi telakki edilir ve saygı görürdü.
Eski Milli Bayramları, sözün tam anlamıyla özlüyorum. Terör öncesi yıllarda, SİLÂHLARIN GÖLGESİNDE OLMAYAN, O ESKİ MİLLİ BAYRAMLARI… Bizim Siirtlilerin tabiriyle “İD-İL MİLLİ” dediğimiz o güzel günleri…
Okul yıllarında, bayram günlerini iple çekerdik. O yıllarda, bayram hazırlıkları, bayram kutlamaları gerçekten bir başkaydı. Sivil, Asker, polis bütün vatandaşlar birbirine karışıktı. Zaten, Şehrimizde bulunan polis sayısı da hayli azdı. Anneler, Babalar, Bayram geçitlerine katılan çocuklarını görmek için Bayram alanlarına akın ederlerdi. Simitçiler, seyyar satıcılar, mevsimine göre yine seyyar dondurmacılar bayram kutlamalarının yapıldığı alanın hemen içinde konuşlanır, öğrencilere ve vatandaşlara satış yaparlardı. Onlar da, Bayram günlerini iple çekerlerdi. Çünkü Bayram günleri onlar için, iş günleri, aş günleri, kazanç günleri demekti.
Bizim çocukluk yıllarımızda, ilk hatırladığım, bugünkü Saraçoğlu Yuvası karşısındaki Atatürk Büstünün çevresinde yapılan Bayramlardı. Sonra, Şehir aşağılara kaydı. Bayramlar da “MEYDEN IT TAYYARA=TAYYARE ALANI” denilen, bu gün Subay Gazinosunun bulunduğu yere intikal etti. O zamanlar, ne tören alanlarına gireceklerin önünde barikatlar, ne de arama yapan güvenlik görevlileri vardı. Hatta Valilerin, Garnizon Komutanlarının yanlarında koruma bile olmazdı. Bir ihtiyaçları olsa, en yakınları durumundaki şoförlerine söyler, bu şekilde ihtiyaçlarını karşılamış olurlardı.
Ama 1984’lü yıllardan sonra, terör olaylarının başlamasıyla işin rengi değişti. Başka illerde bilemiyoruz ama Bölgemiz illerinde MİLLİ BAYRAMLAR ARTIK SİLÂHLARIN GÖLGESİNDE KUTLANMAKTA. Gerçekten, bu durum şahsen bana büyük sıkıntı veriyor. Bir milli bayramı, silâhların gölgesinde kutlamak, yürek dağlayıcı değil mi!
VE SİLAHLARIN GÖLGESİNDE GERÇEKLEŞTİRİLEN HER MİLLİ BAYRAMDA TERÖRE LANET OKUMAMAK MÜMKÜN MÜ!!!
Kendi kendime düşünüyorum da, acaba, yine güvenlik görevlilerinin barikatlar kurmadıkları, tören alanlarına girmek isteyenlerin üstlerini, başlarını aramadıkları o eski bayramları bir daha görmek, yaşamak mümkün olacak mı!
Bizim neslimiz, dini bayramlar gibi, milli bayramları da dolu dolu yaşadı. Son yıllardaki bayram törenlerini görünce ister istemez “nerede o eski bayramlar” demekten kendimizi alamıyoruz!
Evet, geçmiş yıllardaki milli bayramlarımızı özlüyorum. (Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer) özdeyişinde olduğu gibi…
SİİRTLİ, SOYULMAKTAN NASIL KURTULDU!
Terör öncesi yıllarda, Bölgemizde ve İlimizde soygun olayları çok yaşanırmış. Eşkıyalar, Şehirlerarası otobüslerin bile yollarını keserek yolcuları indirir teker, teker arayarak para, mücevher, saat gibi değerli eşyalarını alırlarmış.
Yine, böyle bir soygun olayı sırasında yolcu otobüsünde, Şehirli bir Siirtli ile köylü bir Siirtli yan yana oturuyorlarmış. Köylünün cebinde, o zamanın parasıyla 500 lira varmış. Siirtlinin cebinde ise 100 bin lirası bulunuyormuş. Köylü Siirtli, büyük bir telâşla, Şehirli Siirtliye 500 lirayı nereye saklaması gerektiğini sormuş. Şehirli Siirtli:
-Çorabının içine koy! demiş. Ama, kendi cebinde 100 bin lira bulunduğundan hiç bahsetmemiş. Hatta:
-İyi ki, cebimde bu bozukluklardan başka para yok! diyerek cebindeki bozuklukları göstermiş.
Eşkıyalar, bütün yolcuları indirmişler:
-Ya paranızı, ya canınızı! diye tehdit etmişler. Otobüste yan yana koltuklarda oturan Şehirli Siirtli ile Köylü Siirtli de yine yan yana durmuşlar. Daha doğrusu, Şehirli Siirtli, bilerek köylü Siirtlinin yanında durmuş. Üst baş araması yapan Eşkıyalar, ikisinin yanına gelip yine tehditvari:
-Üzerinizde para varsa çıkarın, yoksa canınızdan olursunuz! deyince, Şehirli Siirtli, eşkıyanın duyacağı bir sesle, köylü Siirtliye söylenmiş:
-Kardeşim, çorabına gizlediğin 500 lirayı çıkar, para için canından olma! demiş. Konuşulanı işiten eşkıya, hemen köylü Siirtliye pantlonunun paçalarını kaldırtmış, çorabın içinde bulunan parayı görmüş ve parayı aldıktan sonra, tüfeğinin dipçiğiyle de vurmuş.
Ancak, kendilerine bu tüyoyu veren Şehirli Siirtliyi da aramaya lüzum görmemiş. Öyle ya, arkadaşındaki parayı bile haber verdiğine göre, kendisinde para olsa zaten verecek zannına kapılmış.
Eşkıyalar, otobüs yolcularını soyup soğana çevirdikten ve yolcuların paralarını alıp uzaklaştıktan sonra, köylü Siirtli, Şehirli Siirtliyi tehdit ederek:
-Sen gününü görürsün! Haber vermeseydin, eşkıyalar paramı çorabıma sakladığımı nereden bileceklerdi! demiş. Eşkıyaların uzaklaşmasıyla rahat nefes alan Şehirli Siirtli, cebindeki deste parayı çıkararak köylü Siirtliye ve otobüsteki yolculara göstermiş:
-Böyle yaptım ki, beni aramasınlar. Bakın, numaramı nasıl yuttular. Senden 500 lira mı aldılar. Al kardeşim, sana bin lira. demiş ve eline bir kâğıt bin lirayı tutuşturmuş. Tabii, köylü Siirtli de bu teklife tav olmuş. Amma, söylenmeden de yapamamış:
-Ulan, bu Şehirli Siirtliler, ne pi..siniz!