Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Prof. Dr. Ümit Yazıcıoğlu: Demokrasi, Hukukun Üstünlüğü ve Anayasal Devlet: Popülist Söylemlerin Eleştirisi

Bu çalışma, Murat Sururi Özbülbül’ün Yeni Çağ gazetesinde yayımlanan “Ümit Özdağ Niye İçeride?” başlıklı

Bu çalışma, Murat Sururi Özbülbül’ün Yeni Çağ gazetesinde yayımlanan “Ümit Özdağ Niye İçeride?” başlıklı yazısındaki anayasa, hukukun üstünlüğü ve demokratik değerlerin korunmasına yönelik iddiaları akademik bir bakış açısıyla analiz etmeyi amaçlamaktadır. Özdağ’ın mülteci politikaları ve anayasa değişikliklerine dair eleştirileri, Türkiye’nin toplumsal yapısı, demokratik süreçleri ve hukuk sistemi üzerindeki etkileri açısından değerlendirilecektir. Yazı, bağımsız yargının ve masumiyet karinesinin önemini vurgulayarak, demokratik değerlerin korunması için somut delillerle desteklenmiş analizlerin gerekliliğini savunmaktadır.

Giriş

Günümüz demokratik toplumlarında, hukukun üstünlüğü ve anayasal düzen; siyasi aktörlerin bireysel çıkarlarından bağımsız olarak korunması gereken temel ilkeler arasında sayılmaktadır. Ne var ki, popülist siyaset anlayışının getirdiği söylemler, bu temel değerleri zayıflatarak kamuoyunu etkilemeye yönelik stratejiler geliştirmektedir. Bu çalışma, Murat Sururi Özbülbül’ün Yeni Çağ gazetesinde yayımlanan “Ümit Özdağ Niye İçeride?” başlıklı yazısını analiz ederek, metinde öne sürülen anayasa, hukukun üstünlüğü ve demokratik değerlerin korunması yönündeki iddiaları, akademik bir perspektiften ele almayı amaçlamaktadır.

Özellikle, o yazıda tartışılan mealen Ümit Özdağ’ın mülteci politikalarına yönelik sert eleştirileri ve anayasa değişikliklerine dair itirazları, Türkiye’nin toplumsal yapısı, demokratik süreçleri ve hukuk sistemi üzerinde derin etkiler yaratabilecek niteliktedir. Özdağ, Türkiye’nin bekasını tehdit ettiği iddia edilen mülteci politikalarına karşı çıkarak, Suriyeli ve diğer mültecilerin geri gönderilmesini savunmakta; ayrıca, terörle mücadele ve anayasa değişikliklerine yönelik eleştirileri nedeniyle muktedir çevreler tarafından haksız bir şekilde hedef alınmaktadır. Bu çerçevede, yazının içerdiği görüşler; hukuki ve toplumsal bilimsel temellerle desteklenerek tartışılmalı, yalnızca siyasi söylemlerin ötesinde objektif ve analitik yaklaşımlar geliştirilmelidir.

Bunun yanı sıra, demokratik sistemlerin işlemesi açısından bağımsız yargının rolü ve masumiyet karinesi ilkesi de büyük önem arz etmektedir. Her birey, suçlu olduğu tespit edilene kadar masumiyet karinesine dayalı olarak korunmalı; yargının vereceği bağımsız ve tarafsız karar sürecinin beklenmesi, hukukun üstünlüğünün sağlanması açısından esastır. Bu yaklaşım, hem ulusal güvenlik kaygılarının hem de uluslararası yükümlülüklerin dengeli bir biçimde değerlendirilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Sonuç olarak, anayasa, hukukun üstünlüğü ve demokratik normların korunabilmesi için; tüm iddiaların somut deliller, uluslararası hukuk normları ve bilimsel analizlerle desteklenmesi; ayrıca, bağımsız yargının kararının beklenmesi gerekmektedir. Bu çalışma, bahsedilen çerçevede, tartışılan konulara ilişkin derinlemesine değerlendirmeler sunarak, demokratik değerlerin ve toplumun genel çıkarlarının savunulmasına yönelik yapıcı bir tartışma zemini oluşturmayı hedeflemektedir.

Hukukun Üstünlüğü ve Siyasi Söylemler

İncelediğim bu metinde, Ümit Özdağ’ın siyasi görüşleri doğrultusunda anayasal düzenin tehdit altında olduğu ve hukuki sürecin tamamen siyasi olduğu iddia edilmektedir. Ancak, modern hukuk devleti anlayışında yargının bağımsızlığı, anayasal süreçlerin siyasi polemiklerden ayrı tutulmasını gerektirir (Habermas, 1996). Hukuki süreçlerin siyasallaştırılması yönündeki iddialar, somut delillerle desteklenmediği sürece, hukukun üstünlüğü ilkesine zarar verebilecek manipülatif bir çerçeve oluşturur. Türkiye gibi anayasal düzeni olan bir devlette, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı, demokratik kurumların sağlıklı işleyişi açısından vazgeçilmezdir (Kelsen, 1949). Bu bağlamda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları ve AB normları da, hukukun üstünlüğü ilkesinin uygulanmasında önemli bir referans noktası oluşturmaktadır. Özellikle, AİHM’nin Türkiye aleyhine verdiği kararlar, yargı bağımsızlığının sağlanması adına atılması gereken adımların somut örnekleridir.

III. Mülteci Politikaları ve Milliyetçi Söylemler

Metinde, mülteci politikalarının Türkiye’nin bekasını tehdit ettiği yönünde kesin yargılar bulunmaktadır. Ancak, uluslararası hukuk çerçevesinde, mültecilerin korunması ve geri gönderilmeme ilkesi (non-refoulement) devletlerin yükümlülükleri arasında yer almaktadır (Goodwin-Gill & McAdam, 2007). Türkiye’nin taraf olduğu 1951 Mülteci Sözleşmesi ve 1967 Protokolü, sığınmacılara yönelik yükümlülüklerini belirlemektedir. Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) verilerine göre, mültecilerin insan hakları ve güvenliklerinin sağlanması, sadece insani bir zorunluluk değil, aynı zamanda uluslararası toplum tarafından kabul edilen bir sorumluluktur. Göç hareketlerinin toplumsal entegrasyon süreçleri ve ekonomik dinamikler üzerindeki etkileri oldukça karmaşıktır ve basit milliyetçi söylemlerle ele alınamaz (Castles, 2010). Göç yönetimi, güvenlik kaygıları ile insan hakları dengesinin korunması gereken çok boyutlu bir olgudur. Örneğin, Almanya’nın mülteci kabul politikaları, entegrasyon sürecine dair karşılaşılan zorlukları ve başarıları içeren somut bir örnek teşkil etmektedir.

Anayasal Değişiklikler ve Demokratik Meşruiyet

Anayasanın ilk dört maddesi ve 66. maddesinin değiştirilmesine yönelik iddialar, hukuki ve siyasi bağlamda ele alınmalıdır. Anayasal değişiklikler, demokratik bir sistemde halkın iradesi ve parlamenter süreçlerle gerçekleştirilir (Elster, 1995). Bir anayasa değişikliği süreci, kamuoyunun katılımı ve hukuki normlar çerçevesinde değerlendirilmelidir. Türkiye’de, 2017 Anayasa değişikliği sürecinde yaşanan tartışmalar, bu bağlamda önemli bir örnek sunmaktadır. Özellikle, anayasanın temel ilkeleri üzerine yapılan tartışmalar, demokratik müzakerelerin sağlıklı bir şekilde işlemesi gerektiğini bir kez daha göstermektedir. Bu tür değişikliklerin, toplumsal uzlaşı temelinde gerçekleştirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Önerilen değişikliklerin, belirli bir ideolojik çerçevede “tehdit” olarak sunulması, demokratik müzakere mekanizmalarını zedeleyen bir yaklaşımdır. Demokratik devletlerde anayasa değişiklikleri, yalnızca belirli bir grup tarafından değil, toplumun geniş kesimleri tarafından tartışılmalı ve uzlaşı çerçevesinde değerlendirilmelidir.

Popülist Söylemler ve Siyasal Manipülasyon

Popülist söylemler, sıklıkla “muktedirler” ve “halk” arasındaki çatışmaya dayalı bir anlatı inşa etmektedir (Mudde & Rovira Kaltwasser, 2017). İncelenen metinde de benzer bir yaklaşım sergilenerek, siyasi aktörler otoriterleşme ile suçlanmakta, ancak bu iddialar akademik veya hukuki dayanaklarla desteklenmemektedir. Popülist söylemler genellikle genelleştirilmiş bir “halkın iradesi” vurgusu yaparak, siyasal aktörleri ve kurumları hedef alır, ancak bunun yerine somut verilere dayalı bir tartışma sunmaz. Demokrasilerde muhalefet elbette meşru bir haktır, ancak muhalif söylemler hukuki süreçleri itibarsızlaştırmaya yönelik bir araç haline geldiğinde, demokratik kurumlara zarar verme riski taşımaktadır (Levitsky & Ziblatt, 2018). Özellikle, demokratik sistemlerin işlerliğini sağlamak için, siyasi söylemlerin, anayasa çerçevesinde yasal dayanaklara ve bilimsel verilere dayalı olması gerekmektedir.

Sonuç ve Masumiyet Karinesi

İncelediğim bu linkdeki metinde, hukuki süreçlerin siyasallaştırıldığı, mülteci politikalarının ulusal güvenliği tehdit ettiği ve anayasal değişikliklerin demokratik sürecin dışına çıkarılarak belirli bir grubun çıkarlarına hizmet ettiği yönünde iddialar bulunmaktadır. Ancak, akademik çerçevede değerlendirildiğinde, bu iddiaların çoğu hukuki ve siyasi gerçekliklerden ziyade popülist söylemlere dayanmaktadır. Özellikle, mülteci politikaları ve anayasa değişiklikleri gibi konular, bilimsel araştırmalar ve uluslararası hukuk perspektifiyle ele alınmalıdır.

Bu bağlamda, masumiyet karinesi ilkesi büyük bir öneme sahiptir. Her birey suçlu kabul edilmeden önce masumiyet karinesinden yararlanmalıdır. Bu ilke, hukuk devletlerinin temel taşlarından biri olup, kişilerin suçlanmadan önce bağımsız ve tarafsız bir yargı süreciyle değerlendirilmesini gerektirir. Herkesin suçlu olduğu varsayımıyla değil, yargının vereceği karar doğrultusunda, masumiyet karinesine saygı göstererek hareket edilmesi esastır. Bu sebeple, siyasi söylemlerin ve popülist iddiaların yerine, hukuki süreçlerin sağlıklı bir şekilde işlemesi, bağımsız yargının vereceği kararların beklenmesi gerektiği önemle vurgulanmalıdır.

Yargı, bağımsız bir şekilde ve kanıtlarla desteklenen kararlar almalıdır. Bu süreçte, hiçbir kişi suçlu kabul edilmeden önce, hukukun üstünlüğü ilkesi doğrultusunda yargı sürecinin işletilmesi gerekir. Yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının sağlanması, demokratik bir toplumun temel ilkelerinden biridir. Sadece belirli bir ideolojik bakış açısıyla değil, hukukun evrensel normlarına ve adaletin sağlanmasına dayalı olarak, herkesin hakları korunmalı ve suçsuzlukları varsayılmalıdır.

Aksi takdirde, siyasi manipülasyonun bir aracı olarak kullanılan söylemler, toplumda kutuplaşmayı derinleştirme riski taşımaktadır. Bu nedenle, hukuk devleti ilkelerinin korunması, rasyonel tartışma zemininin sağlanması ve demokratik süreçlerin şeffaf bir şekilde işletilmesi temel hedef olmalıdır. Anayasal değişiklikler ve göç politikaları gibi konular, yalnızca belirli bir ideolojik bakış açısıyla değil, geniş bir toplumsal uzlaşı ile ele alınmalıdır. Bu şekilde, demokratik değerlerin korunması ve toplumun genel çıkarlarının savunulması sağlanabilir.