Türkiye’nin siyasi ve sosyal dönüşüm süreci, sadece yerel düzeydeki dinamiklerle şekillenmekle kalmıyor, aynı zamanda ülkenin geleceği açısından büyük bir önem taşıyan Kürt meselesi ve demokratikleşme mücadelesiyle iç içe geçmektedir. Bu bağlamda, Kürt siyaseti, yerel ve ulusal düzeyde büyük bir dönüşüm yaşamaktadır. Abdullah Öcalan’ın Dem Parti’nin genel başkanı değil, PKK’nin lideri olarak konumlanması, Kürt hareketindeki iki ana kanadın – silahlı mücadelenin savunucusu olan PKK ve demokratik siyaset anlayışını benimseyen Dem Parti – arasındaki stratejik farklılıkları belirgin hale getirmektedir. Bu iki kanadın bir arada sunulması, kamuoyu algısını manipüle etmek ve siyasi avantaj sağlamak amacıyla yapılan bir hamle olarak değerlendirilebilir.
Devletin, özellikle AK-P-MHP koalisyonunun uyguladığı kayyum politikaları ve Dem Parti’ye yönelik baskılar, Kürt hareketine yönelik hegemonik baskıların bir yansımasıdır. Bu durum, sadece Kürt siyasetinin değil, aynı zamanda genel anlamda demokratik siyasetin de tehdit altında olduğunu göstermektedir. Dem Parti’nin iradesinin gasp edilmesi, bu hareketin çok zorlu bir dönemden geçtiğini ve Türkiye’nin siyasi ortamında yeni güç dengelerinin oluştuğunu vurgulamaktadır. Bu bağlamda, Kürt sorununun çözümü için yapılacak reformların sadece yerel düzeyde değil, anayasa ve yasalar düzeyinde de köklü değişiklikler gerektirdiği aşikardır.
Anayasadaki Değişiklikler
Anayasanın başlangıç kısmı, devletin temel ilkelerini, hedeflerini ve vatandaşların haklarını belirleyen önemli bir bölümdür. Türkiye Cumhuriyeti’nin çok etnikli yapısını ve kültürel çeşitliliğini anayasal düzeyde tanıyan bir başlangıç kısmı şu şekilde önerilebilir:
a) Anayasanın Başlangıcı:
Türkiye Cumhuriyeti, tarihi boyunca farklı etnik kökenlerden, dillerden, dinlerden ve kültürlerden gelen halkların bir arada yaşadığı bir ülkedir. Bu çeşitlilik, ülkemizin toplumsal zenginliğini oluşturan temel bir unsurdur ve halkımızın birliğini, beraberliğini ve dayanışmasını güçlendiren değerlerin başında gelir. Türkiye Cumhuriyeti, tüm vatandaşlarının etnik kökenine, diline, kültürüne ve inancına bakmaksızın eşit haklarla toplumsal hayatta yer almasını sağlayan bir devlet yapısına sahip olup, bu çeşitliliği anayasal güvence altına alır.
Bu anayasa, Türkiye Cumhuriyeti’ni, tüm vatandaşlarının eşit haklarla, özgürce ve barış içinde yaşayabilecekleri bir toplum olarak şekillendirmeyi amaçlar. Ülkemizdeki tüm etnik ve kültürel grupların kimliklerinin tanınması, saygı gösterilmesi ve korunması gerektiği vurgulanır. Bu, Türk milletinin ve diğer tüm etnik ve kültürel grupların eşit haklara sahip olmasını teminat altına alır.
Anayasada yapılacak değişikliklerin en kritik aşamalarından biri, başlangıç kısmında etnik ve kültürel çeşitliliğin tanınmasıdır. Türkiye, çok etnikli bir yapıya sahip bir ülkedir ve bu çeşitliliğin anayasal düzeyde tanınması, toplumsal barışın sağlanmasında önemli bir adımdır. Anayasa’nın başlangıç kısmına Kürtler ve diğer etnik gruplarla ilgili bir düzenleme eklenmesi, bu toplulukların ülkenin temel yapı taşları olarak tanınmasını sağlayacaktır.
Özellikle, Anayasa’nın başlangıç kısmında, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün vatandaşlarının eşit haklara sahip olduğu ve etnik, kültürel, dini çeşitliliğin bir zenginlik olarak kabul edildiği vurgulanmalıdır. Bu yaklaşım, Kürtlerin yanı sıra diğer tüm etnik grupların da kimliklerinin ve kültürel varlıklarının saygı gördüğü bir çerçeve oluşturur. Örneğin, başlangıç kısmında şu şekilde bir düzenleme yapılabilir:
“Türkiye Cumhuriyeti, tarihsel olarak farklı etnik ve kültürel kökenlere sahip vatandaşlarından oluşmaktadır. Bu çeşitlilik, ülkemizin gücünü ve zenginliğini artıran bir değer olup, tüm vatandaşların eşit haklarla toplumda yer almasını sağlamak için anayasal güvenceler sunulmuştur.”
Bu tür bir düzenleme, Kürt kimliğinin devlet tarafından resmen kabul edilmesi ve bu kimliğin toplumda saygın bir şekilde yer bulması adına kritik bir adım olacaktır. Aynı zamanda, devletin tüm etnik gruplara eşit mesafede durması gerektiğini belirterek, Kürtlerin ve diğer grupların toplumda ayrımcılığa uğramadan haklarını savunabilecekleri bir zemin sağlar.
b) Kültürel ve Dili Hakların Tanınması
Anayasa’nın başlangıcında, dilin ve kültürün korunması gerektiğine dair özel bir vurgu da yapılmalıdır. Bu, Kürtlerin kendi dillerini serbestçe kullanabilmelerinin, kültürel miraslarını yaşatabilmelerinin anayasal güvencelerle korunması gerektiği anlamına gelir. Bunun yanında, dilsel ve kültürel hakların tanınması, sadece Kürtler için değil, Türkiye’deki tüm etnik grupların kültürel miraslarının da güvence altına alınmasını sağlar.
Bu şekilde yapılacak bir değişiklik, Kürtlerin, kendi kimlikleriyle eşit haklara sahip olmalarının yanı sıra, Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin çok kültürlü bir yapı üzerine kurulu olduğunu vurgulayan önemli bir sembol olacaktır. Bu, hem toplumsal uzlaşmayı güçlendirecek hem de Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde önemli bir adım olacaktır.
c) 66. Madde Önerileri
Türkiye’nin siyasi geleceği açısından en önemli adımlardan biri, anayasa değişikliklerinin yapılmasıdır. Özellikle, Anayasa’nın 66. maddesinde yapılacak değişiklikler, ülkenin Kürt sorunu ve demokratikleşme süreci için kritik bir öneme sahiptir. Bu madde, Türk vatandaşlığı tanımını ve Türk kimliğini belirlerken, farklı etnik kimlikleri dışlayıcı bir dil kullanmaktadır. Bu durum, Kürt kimliğinin görünürlüğünü ve tanınmasını engellemektedir. Anayasa’ya eklenecek bir ibare ile tüm etnik kimliklerin eşit haklara sahip olduğu vurgulanmalı, böylece farklı kültür ve kimliklerin saygı görmesi sağlanmalıdır. Bu, sadece Kürtlerin değil, tüm etnik ve dini grupların eşit haklara sahip olmasını temin edecektir.
d) Ulusal ve Uluslararası Perspektif
Bu sorunun sadece iç hukukla sınırlı kalmaması gerektiği, aynı zamanda Türkiye’nin uluslararası ilişkilerindeki büyük rolü göz önüne alındığında önemli bir noktadır. Kürt meselesi, iç sorun olmaktan çıkarak, bölgesel ve küresel boyutlarda da dikkate alınması gereken bir olgu haline gelmiştir. Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler gibi uluslararası aktörlerin çözüm sürecine dahil olması, adil bir çözüm için dış baskılar yaratabilir. Ancak, uluslararası topluluğun etkisi, yalnızca tavsiye ve izleme aşamasında olmalı, karar süreçlerinde iç dinamizm ve toplumsal talepler esas alınmalıdır.
e) Etnik ve Kültürel Çeşitlilik ve Eşitlik İlkesi
Türkiye Cumhuriyeti, farklı etnik kökenlere, kültürlere, dillere ve inançlara sahip vatandaşlardan oluşmaktadır. Bu çeşitlilik, ülkemizin toplumsal zenginliğini ve kültürel gücünü artıran önemli bir değer olup, anayasal düzeydeki güvencelerle korunması gereken bir haktır. Türkiye Cumhuriyeti, tüm vatandaşlarını etnik, kültürel, dilsel ve dini kimliklerinden bağımsız olarak eşit haklarla kabul eder ve herkesin kendi kimliğini serbestçe ifade edebilmesi için gerekli ortamı sağlar.
Sonuç
Türkiye’nin siyasi ve sosyal dönüşüm süreci, yalnızca bir etnik sorunu çözme meselesi değil, aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin ayrılmaz bir parçasıdır. Yerel dinamiklerin ve ulusal siyasi güçlerin, halkın tüm kesimlerini dışlamadan, eşitlikçi ve kapsayıcı bir çözüm arayışına girmeleri büyük önem taşımaktadır. Anayasada yapılacak köklü değişiklikler, bu sürecin önündeki engelleri aşmada kritik rol oynayacaktır. Kürt meselesinin çözümü için atılacak adımlar, sadece etnik bir kimliği değil, tüm vatandaşları kapsayan bir demokratikleşme ve toplumsal barış sürecine dönüşmelidir. Bu süreç, yalnızca yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ile değil, aynı zamanda anayasal reformlarla daha geniş bir yapısal dönüşümle gerçekleştirilebilir.
Makalem, temel olarak anayasa reformları ve Kürt meselesinin çözümüne dair akademik bir bakış açısı sunmakta ve Türkiye’nin çok kültürlü yapısının anayasal düzeyde tanınması gerektiğini vurgulamaktadır.
9 Şubat 2025, İsviçre-Cenevre Hilton Geneva Hotel & Conference Centre