Gazze’ye veya Batı Şeria’ya yönelik soykırımcı İsrail’in barbarca saldırıları bütün şiddetiyle devam ederken, bir yandan da Gazze’de Kassam mücahitleri direnişlerini benzersiz kahramanlık örnekleriyle sergiliyorlar.
7 Ekim’de Gazze’ye karşı başlattığı saldırılarda ilan ettiği hedeflerden her gün biraz daha fazla uzaklaştıkça kudurganlığı, yıkıcılığı ve barbarlığı daha da artıyor İsrail’in. Kullanabileceği her fırsatı kullanmaya çalışıyor. Tam o anda PKK da sahneye girmemiş olsa gerçekten şaşırırdık. Çünkü Gazze’de patlayan her bomba Türkiye’nin de bağrına ateş düşürüyor. Ateş düştükçe Türkiye devletiyle halkıyla direnişin yanında durduğunu ilan ediyor. Devletler düzeyinde, hele İslam devletleri düzeyinde Türkiye İsrail’e karşı en sert duruşu sergiliyor, en ağır eleştirileri yapıyor. Bunlar elbette İsrail’i durdurmaya yetmiyor, hatta daha da kudurtuyor. Kudurdukça Türkiye’ye karşı da ellerindeki en önemli kozu oynamaktan geri durmuyor.
PKK, İsrail’in veya ABD’nin elinde Türkiye’ye karşı tek kozu değil ve bu koz sadece Türkiye’ye karşı kullanılacak bir enstrüman olmaktan ibaret de değil. Olayın boyutları bundan çok daha derin.
Katil Netanyahu kendisini soykırımcılıkla suçlayan Erdoğan’ın eleştirilerine karşı utanmadan “kendi köylerini bombalayan Erdoğan’dan alacağımız insanlık dersi yok” mealinde şeyler söyleyerek, Türkiye’ye karşı yıllardır kullanılan kartı tekrar ısıttı. Onun hemen sonrasında oğlu sosyal medya hesabından “Free Kurdistan” içerikli bir paylaşım yaptı. Geçtiğimiz günlerde de talimatı almış gibi PKK, Kuzey Irak’tan yaptığı kalleşçe sızmayla yaptığı saldırılarda 12 askerimizi şehit etti.
İsrail ve PKK terörünün aynı büyük projenin parçaları olduğunu sadece bugünlerde Gazze’ye yapılan saldırılar dolayısıyla keşfediyor değiliz elbette. Bu ilişki aslında son derece açık bir ilişki. İsrail’in kayıtsız şartız destekçisi, hatta tahrikçisi ABD’nin Irak ve Suriye’nin kuzeyinde PKK uzantılarına verdiği açık desteğin de sır olmaktan çıkalı çok zaman olmuştur. Türkiye’nin bütün uyarılarına rağmen, hatta kendisinin de PKK’yı resmi belgelerinde bir terör örgütü olarak nitelemiş olmasına rağmen bu desteği vermekten geri durmadı ABD. Suriye’de PYD-JPG unsurlarına 10 bin tır dolusu silahı dünyanın gözü önünde verdiğinde utanmadan öne sürdüğü gerekçe: DAİŞ’le mücadele ittifakıydı.
Oysa baştan beri herkes biliyor ki, DAEŞ de ABD’nin uydurmasıydı ve uydurulma gerekçesi tam da PYD’ye bu desteğin verilmesi, oradaki kendi “dost” unsurlarından örgütlü-silahlı bir güç oluşturmaktı. Bu güç istendiğinde Türkiye’ye karşı kullanılacaktı elbet, kullanılıyor da nitekim, ama uzun vadeli varlık sebebi çok daha farklı.
Bunun için İsrail’in meşhur “arz-ı mev’ud”a doğru yayılma planına bakmak lazım. Belki bunu daha önce teklif etmiş olsak, komplocu vehimler muamelesi yapılıp ciddiye alınmayabilirdi. Oysa bugün hem İsrail hem de ABD’nin İsrail’e verdiği bu desteğin tek makul gerekçesinin bu olduğu çok açık. “Siyonist olmak için Yahudi olmaya gerek yok” diyen ABD Başkanı Biden sadece kendi görüşünü temsil etmiyor. Bütün ABD başkanlarının bir şekilde yeminli oldukları bir plana olan sadakatini ifade etmiş oluyor.
Bütün dünyaya, bilhassa Türkiye’ye ve İslam dünyasına laikliği adeta farz kılmış olan mevcut dünya sisteminin egemenlerinin kendilerinin fena halde Kitab-ı Mukaddes’in zamanında yaşadıklarının bir resmidir bu. Nil’den Fırat’a kadar yayılacak bir İsrail devletini hayata geçirmenin bunlar için stratejik plan olduğu çok açık görünüyor. ABD’nin onca itibar, sempati, çıkar ve imaj kaybını göze alarak İsrail’e ve PKK’ya vermekte olduğu destek ancak bu plan içinde bir yere oturuyor.
ABD’nin veya İsrail’in PKK’ya olan ilgisi asla Kürtlere olan aşkından ileri gelmiyor. Gazze’de kundaktaki, hatta kuvözdeki, ana karnındaki çocuğu büyük bir iştahla katleden caniler ne bilir insan sevgisini, ne bilir aşkı? PKK onlar için sadece bu alana yayılabilmek için bir aparattır ve bu aparata ihtiyaçları var. Siyonistler, kullanacakları aletlere duydukları kadar sevgi duyuyorlar Kürtlere.
Toplam nüfusları bütün dünyada 12 milyonu geçmeyen Yahudiler, Nil’den Fırat’a bütün toprakları ele geçirseler bile ellerinde nasıl tutabilecekler? Ki, bu Yahudilerin yarısı İsrail’de yaşamadığı gibi onları buraya getirmeye ikna etmek çok zor. Geriye çoğu İsrail’deki Siyonist politikalardan rahatsız 6 milyon Yahudi’yle Nil’den Fırat’a bir ülke nasıl huzur barış ve güvenlik içinde tutulabilir. Dahası bu alana nasıl yayılabilir Siyonist güç?
Bu soru, tam da Nil’den Fırat’a kadar yayılan bölgede son yıllarda yaratılan bütün terör faaliyetlerinin, huzursuzlukların, savaşların da açıklamasına açılan kapıdır. Yahudilerin bizzat kendilerinin bu topraklarda yayılarak hâkim olma imkanları yok, istedikleri kadar güçlü olsunlar. O yüzden kendilerine kullanabilecekleri, hizmetkar, köle nüfuslar lazım.
PKK eliyle Kürtleri kendilerine bu şekilde köle yapmanın peşindedir ABD himayesindeki Haçlı-Siyonist çeteler. O Arz’ın başka yerlerinde başka nüfuslar da istihdam edilecektir elbet. Yahudilerin nüfusu hiçbir zaman Arz-ı Mev’ud’u doldurmaya, oraya tek başlarına hâkim olmaya yetmez, yetmeyecektir. Nitekim şimdi bile bu halleriyle işgal etmeye çalıştıkları küçücük arazisiyle Gazze’de veya Batı Şeria’da bile tutunamıyorlar, geçmişte Sina’da tutunamadılar. Yetmiyor, istedikleri kadar güçlü olsunlar, insanları yetmiyor, yürekleri yetmiyor.
1917-1947 yılları arasında bizzat İngiltere himayesinde bu çetelere İsrail devleti kurduruldu. Şimdi aynı yöntemlerle bu sefer ABD himayesinde PKK’yla bu bölgenin bir başka kısmında aynı sonucun alınabileceği hesaplanıyor. Toplamında Nil’den Fırat’a kadar uzanan coğrafyada vadedilen toprağın tahsil edilmesi sağlanmış olacaktır.
Kimin eliyle? Kudüs’ü Haçlı işgalinden kurtaran Şarkın yiğit aslanı Selahaddin’in torunları eliyle. İntikam içinde intikam.
Selahaddin’in torunları gelir mi bu tezgâha?