İsrail dünyanın gözü önünde bir soykırım yapıyor. Şahit olan dünyanın bir kısmı bütün bu olup bitenlere isyan ediyor, ama büyük bir çaresizlik içinde neredeyse aklını yitirecek şekilde izliyor. Aklını yitirecek noktaya gelmesi sadece soykırımcı saldırılardaki dehşetten değil, dünyanın geri kalan kısmının bu soykırımı, bütün vahşetiyle, barbarlığıyla, caniliğiyle onaylıyor olması veya hiç umursamıyor olmasından. Üstelik karşı çıkanların en ağır eleştirileri bile İsrail ve arkasındaki güçleri durdurmaya, hatta tereddüde sokmaya bile yetmiyor.
İsrail ise kendisine yönelen bütün eleştirileri, kınamaları, protestoları, hatta boykotları bile umursamadan cinayetlerine devam ediyor. Öyle oluyor ki, yapılan en ağır eleştiriler, protestolar ve sair eylemler de bir noktadan sonra anlamını yitiriyor.
Daha etkili bir yol aranıyor. İsrail hukuk, insanlık, eleştiri, protesto tanımıyor. Onu destekleyen ABD de dünyanın ne dediğini umursamıyor, kendi söylemleriyle, iddialarıyla çelişkiye düşme durumunu da önemsemiyor. O yüzden ona sürekli kendi değerlerini, kurallarını hatırlatmanın da bir anlamı olmuyor. Gözünü kan bürümüş, aklı başından gitmiş, vicdanı kararmış durumda. O yüzden İsrail’i en ağır şekilde eleştirenlerden, ona her zaman en açık tavrı takınan Erdoğan’ın tepkileri bile Filistin için daha etkili bir çözüm arayanlar nezdinde yetersiz görülmeye başlıyor. Etkisi olmuyor çünkü. Oysa Erdoğan, İsrail’e ve hatta ona arka çıkan ABD ve bütün Avrupa ülkelerine karşı bile her düzeyde en ağır eleştirileri yaparak benzersiz bir mekik diplomasisiyle dünyayı harekete geçirmeye çalışıyor. Bütün yaptıkları, sonucu değiştirmiyor olmak dolayısıyla yetersiz görülüyor. Eşkıya dünyaya hükümdar olmaya kalktığında insanlar bir kurtarıcı arıyor çünkü.
Herkes biliyor ki, İsrail’i ve onu sınırsızca destekleyen ABD’yi durdurmak için daha fazlası gerekiyor. Kimsenin İsrail’in tavuğun akış demediği bir dönemde Erdoğan’ın Davos’ta Şimon Perez’in yüzüne karşı “siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz!” deyip üstüne bir de “one minute” resti çekmesi gerçekten çok devrimci bir hareketti ve İsrail’e de bütün dünyada da şok etkisi yapmıştı. Çünkü şimdiye kadar hiç kimse bu kadarına cüret edememişti. O yüzden o çıkış İsrail’le ilgili siyasete gerçek bir dönüm noktası olmuş, İslam dünyasının da tamamında bir yeni bilinç ve ruh halinin ortaya çıkmasını sağlamıştı. Hatta bu süreç aynı zamanda Erdoğan’ı da İslam dünyasının liderliği konusunda eşsiz bir noktaya taşımıştı. Bu artık İslam dünyasının karşılaştığı her haksızlıkta, her yanlışta Erdoğan’ı en önde görme arzusunun olağan hale gelmeye başladığı bir sürecin de başlangıcıydı. Bugün yine herkes bu korkunç soykırıma karşı etkili olacak bir adım bekliyor ve bunu yine Erdoğan’dan bekliyor.
Oysa bu konuda sadece Türkiye’nin değil, bütün İslam dünyasının, özellikle Suudi Arabistan ve Mısır’ın sürece daha farklı bir şekilde mutlaka birlikte katılması gerekiyor. Tek başına her birinin yapabileceği şeyler sınırlı ve yetersiz olabilir ama birlikte yapamayacakları bir şey olmadığını da bilmeleri gerekiyor. Ortada bir kriz var ve bu krizin içinden çözüm yolu bulabilenler liderlik için de kendilerine geniş bir alan açmış olurlar.
Hatırlayalım ki, 1969 yılında Mescid-i Aksa’nın maruz kaldığı saldırı üzerine İslam Konferansını toplamış olan Kral Faysal bin Abdülaziz sadece Suudi Arabistan’da değil bütün İslam Dünyasında çok önemli bir yer edinmişti. O bu yeri özellikle 1973 yılındaki Arap-İsrail savaşında Amerika’nın İsrail’e koşulsuz ve sınırsız desteği üzerine başlattığı petrol ambargosuyla birlikte çok önemli bir noktaya getirmişti. Dünya Müslümanlarına sahipsiz ve çaresiz olmadıkları yönünde verdiği büyük güven sayesinde Kral Faysal İslam dünyasında hem kendisi adına hem de ülkesi Suudi Arabistan adına çok saygın bir yer edinmiştir.
Geçtiğimiz günlerde yüz yaşında ölen ABD’nin İsrail odaklı dış politikasının mimarlarından Henry Kissinger ambargo devam ederken Faysal’ı ziyaret etmiş, görüşmeleri esnasındaki diyalogları efsane olmuştur. Faysal’ın “İsrail’e destek olmaktan vazgeçerseniz, ambargo biter” demesi üzerine, Kissinger petrol kuyularını bombalama tehdidinde bulunmuş, Faysal ise Kissinger’a şu tarihi cevabı vermişti:
“Tabii ki petrol kuyularımızı bombalayabilirsiniz. Fakat unutmayınız ki, biz ve atalarımız çadırlarda oturuyor, hurma ve deve sütüyle yaşıyorduk, yine çadırlarımıza dönüp öyle yaşayabiliriz; ancak artık siz petrolsüz yaşayamazsınız.”
Bugün ABD’nin veya İsrail’in İslam dünyasının liderlerini korkuttuğu şeyler her neyse, bu liderlerin bu korkuları aşması, onların verebileceği hiçbir zararın onlardan korkmaya değer olmadığını bilmeleri gerekiyor. Korku düşmanın gücünden değil, insanın kendi bağımlılıklarından kaynaklanıyor. Allah’tan başka hiç kimseden korkmamayı öğrenmek için Gazzelilerin bugünlerde bütün insanlığa vermekte olduğu muhteşem derslere katılmalı belki. Bu yolla yersiz korkuları aşabilir herkes. Kundakta hunharca katledilen Filistinli binlerce bebek ve çocuğun yaşanamayan çocukluklarının karşınıza çıkaracağı hesabın ABD ve İsrail’in herhangi bir şekilde karşınıza çıkaracağı hesaptan çok daha ağır, kalıcı ve tek gerçek olacağını idrak etmek lazım.
Soykırımcı bebek katili Netanyahu’nun “koltuklarınızı korumak istiyorsanız susun ve olanları seyredin” küstahlığında sarfettiği sözleri ona yedirmeden kimse onuruyla o koltuklarda oturamaz.
Bugün Suudi Arabistan’ın Hadimul Haremeyn olma özelliği dolayısıyla, değilse Kral Faysal’ın yürekli, onurlu ve asil mirasına hürmeten, Mısır’ınsa en kalabalık Arap ülkesi ve tarihi derinliği dolayısıyla İsrail’e karşı, İsrail’e sınırsızca destek olan güçlere karşı yapacakları bir çıkışın kendilerini tekrar tarih sahnesine liderler arasında çıkarabileceğini görmeleri gerekiyor.
Öbür türlü şimdiye kadar biriktire geldikleri orduları, silahları, paralarının ne zaman ve ne işe yarayacağını bir sormaları gerekiyor. Bugün değilse ne zaman? Soykırıma maruz kalan Arap-Müslümanları korumak için değilse ne için? Kudüs hatırına, Mescid-i Aksa hatırına değilse ne hatırına?