Aile tablosuna baktım. Babam Hüsnü Arıtürk’ün 11 Şubat 1945 yılında vefat ettiğini gördüm. Yani, tam 80 yıl önce ebediyete intikal etmiş. 11 Şubat ebediyete intikalinin yıldönümü. İçimden geldi, Annem ve Babamı bir yazıyla anmak istedim.
Babamın 11 Şubat 1945 tarihinde ebediyete intikal etmesine karşılık Annem İkbal Arıtürk 2 Mayıs 1989 günü hayata gözlerini yummuştu. Babamı hiç hatırlamam, çünkü vefat ettiğinde 18 aylık bir bebektim. Ancak, Annem İKBAL ARITÜRK’ü elbette ki gayet iyi anımsıyorum.
Merhum Babam adliyede memurdu. Bir ara merak ederek, çalışma yıllarına ait hizmet cetvelini çıkardım. 9 yıllık Memuriyet hayatının büyük bir bölümünü Pervari Adliyesinde (Savcı vekili) olarak ifa etmişti. O yıllarda hukuk mezunları çok az olduğu için, başarılı memurlara savcılık vekaleti veriliyordu. O yıllarda, hizmetleri on yıldan az olan memurların dul ve yetimlerine maaş bağlanmadığı için, merhum anneme ve biz çocuklarına da dul ve yetim maaşı bağlanmamıştı. Ama Rahmetli Dedem Hacı Salih Çeto hayattaydı, Siirt’in zengin ve muteber tüccarlarındandı. Bu bakımdan, çocukluk yıllarımızda geçim sıkıntısı çekmedik.
1 Temmuz 1916 yılında dünyaya gelmiş olan Annem (tarihi soy ağacı sorgulamadan çıkardım) 11 Şubat 1945 yılında BABAM HÜSNÜ ARITÜRK’ÜN vefat etmesiyle daha 29 yaşındayken DUL kalmıştı. En büyüğü 8 yaşında Merhum Sabri Ağabeyim, hayatta olan ve babam vefat ettiğinde 4 yaşlarında bulunan Ablam Aysel, henüz 18 aylık olan ben ve ikizim Merhum Mehmet Metin ile birlikte 4 çocuğu vardı. Annem, 29 yaşında dul kalmasına rağmen evlenmedi. Biz çocuklarına kol-kanat gererek yetiştirdi, büyüttü, çocuklarının mürüvvetini gördü, torunlarını kucakladı.
Babam, rahmete kavuştuktan sonra, annem kendisini dini konulara verdi. Kendisine AHİRETLİK KARDEŞ olarak tanımladığı mahallemize yakın bir evde ikamet eden MELLEYİT EME adındaki hanımdan ders alarak Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere mevlid-i şerif, delailil hayrat ve benzeri kitapları okudu, öğrendi. Günün beş vaktinde namazlarını sünnetleriyle birlikte eda eder, sabah namazlarında mutlaka YASİN-İ ŞERİF, yatsı namazını müteakip TEBAREKE SÜRESİNİ sesli olarak okurdu. Annemin sesli okuyuşlarını dinleye dinleye ben de okunanları ezberlemiştim.
Her kandil gecesinde mutlaka MEVLİD-İ ŞERİF okur, arkasından delailil hayrata geçer, dualarını yapardı. Biz çocuklar da onu dinler, hatta kendisine refakat ederdik.
Rahmetli Annem, ilkokul mezunuydu. Annemin ilkokul mezunu olduğu yıllarda Siirt’te okur-yazar kız-kadın sayısı 3-5 kişiden ibaretti. Annemin Babası Merhum Haydar Efendi (Haydar Kılıççıoğlu) Vakıflar Bölge Müdürü olarak görev yapmıştı. Antalya’da görevli olduğu yıllarda annem ilkokulu orada okumuştu.
Şunu da belirteyim, Rahmetli annem sözün tam anlamıyla ATATÜRKÇÜYDÜ. Öyle anlatılır ki, ATATÜRK ebediyete intikal ettiğinde, rahmetli Annem Siirtli kadınların YAS tuttuklarının alameti olarak alınlarının üzerine bağladıkları KAMTA (siyah eşarp) bağlamıştı. Bu durumu aile içinde:
-Gelininiz neden KAMTA bağlıyor, diye soran olursa ne cevap vereceğiz? diye yadırgayanlar olunca, geniş ailemizin NASREDDİN HOCASI hükmünde olan Babamın Amcası Merhum AMMO ELYAS:
-BABASI ÖLMÜŞ, DERSİNİZ diyerek cevaplamış.
Evet, Merhume ANNEM HEM DİNDAR, HEM DE ATATÜRKÇÜYDÜ. Yani KİŞİ (HEM ATATÜRKÇÜ, HEM DİNDAR OLABİLİR AMA, HEM HIRSIZ, HEM DİNDAR OLAMAZ) söyleminin tarifi bir yaşamı vardı.
İşte, benim Rahmet_i Rahman’a kavuşmuş olan Annemin ve babamın kısa yaşam öyküleri bu.
Babamın ölüm yıldönümünde her ikisini de rahmetle anmak istedim. Mekanları cennet olsun…
TAŞLAMA
YANGIN DÜŞMÜŞ MUTFAĞA
KİM SÖNDÜRSÜN YANGINI
GÖZÜNDE MERTEK OLAN
NASIL GÖRSÜN YAKINI
MEMUR, İŞÇİ, EMEKLİ
YARI TOKTUR, YARI AÇ
ŞİMDİ ESNAF VE ÇİFTÇİ
OLMUŞLAR NAN’A MUHTAÇ
TÜKENECEK SONUNDA
FAKİR FUKARA FONU
ARTIK GÖREN GÖRÜYOR
KÖTÜ BU İŞİN SONU
KENDİ ZENGİNLERİNİ
YARATTILAR BUNLAR DA
BİR ELLERİ YAĞDADIR
BİR ELLERİ DE BALDA