RAMAZAN VE MELEDE -4-
Siirt’in artık terk edilmeye yüz tutmuş adetlerinden biri de RAMAZAN AYININ MELEDESİ’DİR. “MELEDE” mahalli lisanımıza ait bir kelime olup, doğrusunu söylemek gerekirse, anlamını karşılayacak Türkçe bir kelime bulmak zor. Ancak, anlamını cümle içinde anlatmak mümkün. MELEDE (ALEVİ ÇOK YÜKSELEN ATEŞ) olarak ifâde edilebilir.
Geçmiş yıllarda, Ramazan’a bir aya kala, yani, Arabi aylardan Şaban-ı Şerif günlerinin girmesiyle Şehrimizde MELEDE HAZIRLIKLARI başlatılırdı. Bütün mahallelerde, MELEDE İÇİN EKİPLER OLUŞTURULUR, bu ekipler, özellikle akşam saatlerinde mahallelerinden gelip geçen büyüklerden para toplamağa başlarlardı.
“BEŞ KURUŞ RAMAZAN İÇİN” denilerek, para toplamaya başlayan mahallenin çocukları ve gençleri, topladıkları paraları, bu işi organize eden YED-İ EMİNE teslim ederlerdi. Mahallelerinden gelen geçenlerin yollarını uzun sırıklarla kapatan MELEDE EKİPLERİ, bütün zorlamalara rağmen para vermeden geçenleri, arkalarından “CEBİNDE BİR MANGIR YOKTUR” diyerek tefe alırlardı.
Bilahare, toplanan paralarla çırpı satın alınır, mümkün mertebe muhafaza altında olan bir ambara veya depoya istif edilirdi. Bu arada, para toplamak yanında doğrudan doğruya çırpı da toplanırdı. Geçmiş yıllarda, Siirt’in yerlileri tandır ekmeği yaptıklarından, tandırlarda yakmak için çırpı almak zaruretti. Çünkü, tandırlarda ekmek pişirmek, çırpı yakmakla gerçekleştirilirdi. Bu bakımdan, bütün evlerin damlarında veya adına HAVŞ denilen geniş avlularında çırpıların istif edildiği bir bölüm olurdu. İşte, MELEDEYE çırpı almak için para toplayan çocuklar ve gençler, evlere de uğramayı ve doğrudan doğruya çırpı istemeyi ihmâl etmezlerdi. Kimi aileler, gönüllü olarak Ramazan MELEDESİNE katkı olsun diye çırpı verirlerken, kimileri de hasislik yaparlardı. Amma, çırpı toplayıcılar o hasisleri de bir şekilde atlatır, çırpılar damlardaysa adına (KELLEBE) denilen uzun sırıklarla düşürülerek yürütülürdü. Hatta, bu işi o ailelerin çocuklarının yaptıkları olurdu. “Bizim evimizde çırpı var. Ben kapıyı açık bırakayım, siz annemden habersiz gelin götürün” diyen bu işin sevdâlıları vardı. Çünkü, Ramazan MELEDESİNE katkı sağlamak Siirtli gençlerin nazarında büyük bir sevap işlemeye eşitti.
MELEDE toplayanların düşüncelerine göre, daha çok çırpı sağlamak için her yol mubahtı. Hatta, diğer mahallelerin MELEDE için istifledikleri depoları basarak, çırpılarını yürüttükleri olurdu. Bunun için, mahalleler arasında kavgalar olduğu bile vaki idi.
Şâyet, tahminlerin üstünde bir para toplanmışsa, MELEDE için çırpı almakla iktifâ edilmez, artan paralarla Mahallenin camii için İBRİK vesaire alınırdı.
Şaban-ı Şerif’in son günü akşam saatlerine yakın, mahallenin en yüksek ve nirengi noktası sayılacak bir meydanına getirilen çırpılar güzelce istif edilir, üzerlerine gaz dökülerek tutuşturulurdu. Mahalleli çocuklar ve gençler yanında, yaşlılar da MELEDENİN başında toplanır, önce, alevlerin göklere yükselmesini seyrederlerdi. MELEDE için “Maşallah, alevi minarenin âlemine kadar ulaştı” denilerek gururlanılır, her mahalleli, kendi MELEDESİNİN alevlerinin diğer mahallelerin alevlerinden daha yüksek olduğu iddiasını bir süre için sürdürürdü.
MELEDE’NİN alevleri biraz dinince ve üzerinden atlanabilecek düzeye gelince, önce en ataklar, üzerinden atlamağa başlar, yavaş yavaş diğerleri de atlayarak Ramazan’ı şenlikle karşılamış olurlardı. MELEDE yakılmasının bir amacının saat, takvim, radyo gibi iletişim araçlarının yaygın olmadığı dönemlerde, Merkeze bağlı köylere, RAMAZAN-I ŞERİFİN başladığını haber vermek olarak da yorumlanır. Yani, bir nevi ATEŞLE HABERLEŞME sağlanırdı. Yine öyle anlatılır ki, Ramazan’a yakın hafta içinde, Merkeze bağlı köylerin görevlendirilmiş kişileri, Şehre bakan tepelere çıkarak, MELEDE YAKILIP YAKILMADIĞINA BAKAR, yakıldığını görünce de RAMAZAN’A GİRİLDİĞİNİ ANLAYARAK, ORUÇLARINI TUTMAĞA BAŞLARLARMIŞ.
Artık, terk edilen bu an’aneyi temsili olarak bundan böyle belediyelerin sahiplenmesi ve bütün Şehir adına meselâ Şeyh El Türki’de, Kızlar Tepesinde, Şeyh El Tayyar veya Bıtımlık Mahallesinin tepelik kesiminde gerçekleştirmesi, geçmişle olan bağlantının sağlanması ve bir geleneğin yaşatılması açısından yararlı olacağı kanaatindeyiz.
RAMAZAN İÇİN ŞİİR
MERHABA EY ŞAHR-I RAMAZAN MERHABA
MERHABA EY ŞAHR-I SİYAM MERHABA,
MERHABA EY ŞAHR-I FURKAN MERHABA
MERHABA EY ŞAHR-I RAHMET MERHABA
MERHABA, MERHABA, MERHABA…
ONBİR AYLIK YOLDAN GELDİN,
MÜ’MİNLERE RAHMET OLDUN
NE GÜZELDİR TERAVİHİN
MERHABA EY ŞAHR-I RAMAZAN MERHABA
MERHABA, MERHABA, MERHABA…
ONBİR AYIN SULTANISIN,
DERTLİLERİN DERMANISIN,
HAKK’IN BİZE İHSANISIN,
MERHABA EY ŞAHR-I RAMAZAN MERHABA
MERHABA, MERHABA, MERHABA
KUR’AN VE RAHMET AYISIN
AYLARIN MÜBAREK’SİN,
MÜ’MİNLERE SEN GEREKSİN,
SIRAT ÜSTÜNDE MURATSIN,
MERHABA EY VAHYİ MÜBAREK MERHABA
MERHABA, MERHABA, MERHABA…
MERHABA EY ŞAHR-I RAHMET MERHABA
MERHABA EY ŞAHR-I ÜMMET MERHABA
MERHABA EY MÜBAREK RAMAZAN MERHABA
MERHABA EY KUR-AN AYI MERHABA
MERHABA, MERHABA, MERHABA…
RAMAZAN FIKRASI: DELİ PAŞA’NIN OYUNU
Geçmiş yıllarda, Ramazan ayına büyük önem verilir, bilhassa İstanbul’da saray çevresine yakın olanlar iftar yemekleri vermekte, sahurlara kadar devam eden sohbet meclisleri düzenlemekte birbirleriyle yarışırlarmış. O zamanlar, Ramazan sohbetleri için tutulan özel Hocalar bile varmış. Ramazan ayı boyunca, bir konağa kapak atan bu gibiler, konaktan hiç ayrılmazlarmış. Dilleri, sohbetleri tatlı bu gibi kimseler, paşalar, vezirler tarafından adeta kapışılırlarmış.
Yine böyle bir Ramazan ayında adı “DELİ PAŞA”ya çıkmış, Saraya mensup bir zat yaşarmış. Bu zat da, Ramazan geceleri için gerçekten nüktedan, hoş sohbet bir Hoca’yı sarayına dâvet etmiş ve Ramazan ayı boyunca konağında alıkoymuş. Adam da, her gece teravih namazından, sahur vaktine kadar nüktelerle, şiirlerle, masal ve hikâyelerle renklendirdiği geceleri, bayram sabahına kadar sürdürmüş. Bayram namazının kılınmasını müteakip, Paşa’nın huzuruna çıkarak görevinin bittiğini ve eğer müsaade ederse, artık hasretini çektiği çoluk çocuğunun yanlarına döneceğini söylemiş. Paşa:
-Tabii, güle-güle gidebilirsin! demiş. Ancak, çıkarıp da kendisine herhangi bir ücret vermemiş. Oysa bu gibilere, Ramazan ayı boyunca kaldıkları saraylardan izin alıp ayrılacaklarında yüklü bir atiye (bahşiş) verilirmiş.
Paşanın kendisine hiçbir atiyede bulunmaması üzerine, kendi kendisine “herhalde atiye için muhasibini görevlendirmiştir!” diye düşünerek, ona da uğramış ve müsaade istemiş. Amma, o da sadece:
-Güle-güle git! demekle yetinmiş.
Hoca, bir fırsatını bularak tekrar Paşa’nın huzuruna çıkmış, Paşa’dan tekrar izin istemiş. Paşa:
-Güle-güle git dedik ya! diyerek, biraz da istihzayla yüzüne bakmış.
“Hani benim atiyem!” demeye de yüzü olmadığından, çâr-nâçâr saraydan ayrılmış. Amma, hep “acaba beni çağırıp da atiyemi verirler mi!” düşüncesiyle dönüp-dönüp saraya bakıyormuş. O öyle yaparken, bakmış ki, Paşa, pencereden kendisine bakmakta. Son bir ümitle eğilip temenna etmiş. Paşa, bu defa dilini çıkararak, nanik yapmış.
Paşanın, halk arasında lâkabı deliymiş, ya! Atiyeden ümidini kesen ve “Artık ne olacaksa olsun” diyen Hoca:
-Ne olacak Deli Paşa! Beni bir ay çoluk çocuğumdan ayrı bıraktın. Eli boş gönderiyorsun. Boşuna mı sana “DELİ PAŞA” demişler. Suç bende ki, senin gibi deli birinin konağına kapandım diye bağırmış. Amma, Deli Paşa yine dilini çıkarmakla ve nanik yapmakla iktifa etmiş.
Büyük bir hayal kırıklığı içinde olan ve atiyeden ümidini kesen Hocanın, artık, eli boş da olsa, kendisini sabırsızlıkla beklediklerini bildiği ailesinin yanına gitmek için, Deli Paşa’nın sarayının önünden hızlı adımlarla uzaklaşmaktan başka çaresi kalmamış.
Mahallesine geldiğinde, bakmış ki bıraktığı virane evinin yerinde yeller esiyor. Onun yerine, köşk yavrusu gibi bir ev yapılmış. Bu şaşkınlıkla, mahallenin bakkalına girmiş:
-Yahu, hayrola bu bizim eve ne oldu? demiş.
Bakkal cevap vermiş:
-Ramazan’ın birinci günü, Deli Paşa’nın adamları geldiler. Senin aileni, çoluk çocuklarını bir başka yere götürdüler. Sonra, evi yıkıp yaptılar. İçini dayayıp, döşediler. Bu sabah da onları getirerek, yeni evin anahtarını teslim ettiler. Yani anlayacağın, başına devlet kuşu kondu demiş.
Anlatılanlar üzerine evine koşan Hoca’yı ailesi, çoluk, çocukları büyük bir sevinçle karşılayarak boynuna sarılmışlar.
-Bizim başımıza konan bu talih kuşu neyin nesidir anlayamadık. Ramazan’ın birinci günü Deli Paşa’nın adamları gelip, bizi evden alarak, başka bir eve götürdüler. Ramazan ayı boyunca her türlü ihtiyacımızı karşıladılar. Bu sabah da, bizi alarak, yıktırıp yeniden yaptıkları ve dayayıp döşedikleri evimize getirdiler diyerek, olan- biteni anlatmışlar. Deli Paşanın kendisine oynadığı oyunu fark eden Hoca, hemen koşarak tekrar Deli Paşanın konağına gitmiş. Ancak, Deli Paşa, O’nu huzuruna kabul etmediği için geri dönmek zorunda kalmış. İlk dönüşünde olduğu gibi, Deli Paşanın konağına dönüp, dönüp bakınca, Paşanın yine pencereden kendisini izlediğini görmüş, eğilerek temennada bulunmuş. Amma, Deli Paşa yine sadece dilini çıkarmakla ve kendisine nanik yapmakla yetinmiş…
RAMAZAN MANİSİ
ORUÇ BEDENE ZEKAT
GEL TUT NEFSİNE İNAT
NEFSİ TERBİYE EDER
ORUÇ, BUDUR HAKİKAT
HADİS-İ ŞERİF MEALİ ALİSİ
“Oruçlu için iki sevinç vardır. Biri iftar saatindedir. Biri de ahrette tuttuğu orucun ecrini aldığı zamandır.”
BUGÜN SİİRT İÇİN
İFTAR SAATİ: 18:15-İMSAK SAATİ: 05:13