Siirtliler Vakfı tarafından 18-22 Ekim 2017 tarihleri arasında düzenlenen (Siirt Tanıtım Günleri) etkinliklerine katılmak üzere 17 Ekim günü İstanbul’a gittim. Siirt uçak seferleri uzun süredir iptal edildiğinden, haliyle Batman Hava Limanından uçağa binmek zorunda kaldım. Doğrusunu isterseniz, bu ilin bir sevdalısı olarak Siirt Hava Limanından değil de Batman Hava Limanından İstanbul’a gitmek zorunda kalmak beni her zaman için incitmiştir.
Türk Hava Yollarına ait uçakta, fazladan birkaç sıra koltuk eklenmesi için standartların dışına çıkıldığı ve yolcuların ayaklarını rahatça uzatabilmelerinin imkânı olmadığı belliydi. Pencerenin yanındaki koltukta oturacağıma sevinirken, ilave sıralar nedeniyle pencere, koltuğun hizasından çıkmıştı. Aşağıya bakabilmem için başımı sağa doğru çevirmem lazımdı. Bir süre çevirdim ama boynumun tutulduğunu hissederek, pencereden aşağıyı izlemekten vazgeçmek zorunda kaldım. Elbette, uçak koltuklarının kaç santim aralıklı olmaları gerektiğini belirleyen bir standart vardır. Belli ki, Türk Hava Yolları bu kurala uymuyordu. Birkaç fazla yolcu almak için, standartlara uymayı boş vermişti. Bu sebeple de güya koltuğun yanındaki pencereler, kafalarımızın arkasına denk geliyordu.
Şimdi, bu durum sadece Bölgemize yönelik iller için uyguluyor dersem, belki yalan olur. Çünkü şimdiye kadar yaptığım seyahatler Siirt – Ankara – İstanbul, Batman – Ankara – İstanbul veya Diyarbakır – Ankara-İstanbul seferleri ve bunların dönüşleri şeklinde olmuştur. Bu yüzden diğer illerle ilgili seferlerin yapıldığı uçaklarda da koltuk düzeninde standartların dışına çıkılıp çıkılmadığını bilemem. Sadece tahmini olarak, diğer bölgelerde standartlara uygun koltuk düzeni olduğunu düşünüyorum. Yanılıyorsam, Türk Hava Yolları lütfen düzeltsin!
Uçak yolculuğu yapanlar bilirler. Uçak kalkmadan önce, bir tehlike anında nasıl hareket edileceği konusunda yolculara bilgilendirme yapılır. Bilgilendirme Türkçe ve İngilizce şeklindedir. Bölgemiz illerine sefer yapan uçaklarda tek-tük yabancı yolcu olabilir. Ama ne Türkçe, ne İngilizce bilmeyen o kadar Kürt ve Arap var ki…
Doğrusunu isterseniz, yolcuları sözde bilgilendirme amaçlı yapılan anlatımları hiçbir yolcunun dinlediği kanısında da değilim. Yani, anlatılanlar bir kulaktan giriyor, bir kulaktan çıkıyor. Hem ALLAH KORUSUN bir tehlike olsa, binde bir kurtuluş ihtimali ya vardır, ya yoktur. Bana göre, hostesler de, kaptan pilotlar da boşuna nefes tüketiyorlar.
Uçakta, bir de yolculara yapılan ikramlar vardır. Genelde bayatlamış sandviç ve meyve suları servis edilir. Eh, ikram ikramdır. Artık tazesine, bakmamak gerekir. Yolcu ne verilirse onu yiyecek, onu içecek, ya da ikramı kibarca reddedecek.
Uçağımız Atatürk Hava Limanına indikten sonra, adres olarak verilen Yeni Kapı Etkinlik Alanına gitmek için Metroya biniyoruz. Yeni Kapı Metrosu zaten son durak. Yeni Kapı’da, metrodan iniyoruz. Bu arada, bir hafta önce, İstanbul’a gezmek için gitmiş olan Oğlum Muhammed Cüneyt’le sık-sık telefonlaşıyorum. Yeni Kapı Metrosunun çıkışında buluşmayı kararlaştırmıştık. Meydana çıkınca, yine cep telefonuna sarılıp, Cüneyt’i arıyor, (neredesin) diye soruyorum. Gülerek cevap veriyor:
-Baba, arkana bak.
Dönüp baktığımda, Cüneyt’in iki-üç adım arkamda olduğunu görüyorum. Metroya çok yakın bir otelde yer ayırtmış olduğunu söylüyor. Zaten vakit akşam olduğu ve karanlık çöktüğü için doğrudan otele gidiyoruz.
“KIZLAR SİZE, ANNELERİ BANA!”
Bu hoca, bir gün yine sırtında taşıdığı çalı-çırpı ile ormandan, evine gitmekteyken, iki genç görmüş. Nereye gittiklerini sormuş. Hocanın adını bilen, ancak kendisini hiç görmemiş olan gençler:
-Eruh’ta meşhur bir hoca var. Medresesine gidip FAKİH OLACAĞIZ diyerek, adını vermişler.
Hoca, yine kendisini tanıtmadan gençlerle sohbete devam etmiş. Gençlerden biri:
-Duyduk ki, Hoca’nın çok güzel iki kızı da varmış. Büyüğünü ben, küçüğünü de benden küçük arkadaşım alır, böylece postu medreseye serdik mi, ömür boyu rahata kavuşuruz! demiş.
Hoca yine kendisini tanıtmadan:
-Siz, Hoca’nın kızlarını alacaksınız, bari Annelerini de bana verin, sizin kayınpederiniz olayım! demiş.
Gençler gülüşerek:
-Olsun, neden olmasın! Anneleri de senin olsun… demişler.
Eruh’un girişinde Hoca ile gençler ayrılmışlar. Gençler sora, sora Medreseye giderlerken, Hoca da önce evine gitmiş, sırtındaki yükünü bırakmış, Medresenin yolunu tutmuş.
Hoca’nın geldiğini gören talebeler, ayağa kalkmışlar, FAKİH OLMAK için medreseye yeni gelen öğrenciler de tabii onlarla birlikte ayağa kalkmışlar. Bir de ne görsünler, Hoca, yolda görüp sohbet ettikleri kişi değil mi. Tabii, çok utanmışlar.
Hoca, gençleri yanına çağırmış ve şöyle söylemiş:
-Medreseye gelerek, FAKİH OLMAK istemeniz iyi. Hatta, hocanın yani benim kızlarımla evlenmek istemenizi de makul karşılarım. Ne de olsa gençsiniz, bekârsınız. Ama, ben “Siz, Hoca’nın kızlarını alacaksanız, bari annelerini de bana verin!” dediğim zaman, sizin itiraz etmeniz ve “Evli bir kadını sana nasıl verelim!” demeniz gerekirdi. Siz bunu yapmayarak haram bir işe rıza gösterdiniz. İşte, bu sebeple sizi talebe olarak kabul edemeyeceğim!
YORUMLAR