Arapların bölgede egemenliklerinin başlamasıyla birlikte Siirt, önce Emevi’lerin ardından da Abbasilerin yönetimine girdi. 927’de ise tekrar Bizanslılar’ın eline geçinceye kadar bir kaç kez Arap’larla el değiştiren şehir, bu dönemlerde Ermeni asıllı komutanlarla çeşitli Arap kabilelerine mensup emirler tarafından yönetildi.
Malazgirt’ten sonra Anadolu’ya girmeye başlayan Türkler’e karşı Bizans topraklarını savunan Filaretos, bir süre kendi başına hareket etmeye kalkıp, etrafına birçok askeri toplayarak, 1074’de Bizans’a bağlı kalan, Siirt, Muş ve Bitlis’i yöneten Sason’lu Ermeni prensi Thornig’i yenerek bölgeye egemen oldu. Bundan sonra bölgede geniş toprakları ele geçiren Filaretos, sınırlarını Antakya’ya kadar genişletti. Fakat 1086’da Büyük Selçuklularla girdiği savaşta yenilerek, savaş alanında öldü. Ancak bölgede karışıklık yine durmadı, Doğu Anadolu’da Selçuklular’a bağlı beylikler ortaya çıktı. Siirt ve yöresine ise Kızıl Arslan Bey hakim oldu.
1107’de Anadolu Selçukluluları’nın Büyük Selçuklular’a yenilmesi ve ardından 1108’de Kılıç Arslan Bey’in ölümüyle birlikte Siirt Artuklular’ın eline geçti.
Bir süre belirgin bir barış dönemi yaşayan Siirt ve çevresindeki bölge, 1200’lü yıllardan sonra yeniden karışıklıklara sahne oldu. Anadolu Selçukluları’nın bölgeden çekilmesinden sonra Moğollar, Diyarbakır’i yağma edip Siirt’i de kuşattılar. Siirt’te halka dokunmayacaklarını söylemelerine rağmen şehri yağmalayarak, kılıçtan geçiren Moğollar, başta Siirt olmak üzere bölgede baskıcı bir yönetim kurdu (1231). Özellikle Kösedağ Savaşı’nın ardından egemenliklerini pekiştiren Moğollar’dan sonra Siirt, Eyyubilerle Artuklular’ın iktidar kavgaları arasında kötü dönemler yaşadı.
Bu çatışmalar şehir halkını bir tercihe zorluyordu; sonunda 1334’te halk Erzen Bey’i Devlet Şah’ın torunu Celaleddin’e Siirt’i teslim etmek zorunda kaldı. Bundan sonra Hasankeyf’te (Hısn-Keyfa) iktidar olan Eyyubi hükümdarı Eşref’in, Siirt emirinin kızkardeşi ile evlenmesiyle birlikte şehir Eyyubiler’in egemenliğine geçti.
1400’lü yıllara gelindiğinde Siirt’in, Anadolu’daki tüm beyliklere son veren Akkoyunlu Uzun Hasan’ın yönetimine girdiğini görüyoruz. Ardından bölgeye hakim olan Safevi iktidarı sırasında ise Rujeki Aşireti’nden Şerefhan Emir İbrahim Bitlis’i Safeviler’e bırakarak, Siirt’e çekildi. Ancak onun yerine geçen Emir Şeref, Sünni olmasına rağmen Safeviler’le iyi geçindi, Şah İsmail ile dostluk kurarak, Bitlis Beyliği’ni elde etti. Bir süre sonra çatışmalar yine başladı, Safevilerin yoğun baskıssı karşısında öndegelen alim İdrisi Bitlisi, Yavuz Sultan Selim’e mektup yazarak bağlılığını bildirdi ve kendilerine yardım edilmesini istedi.
Çaldıran Savaşı’nın Osmanlı ordusu tarafından kazanılması üzerine Siirt kesin olarak Osmanlı Devleti’nin hakimiyetine girdi. Artık Siirt ve çevresinde yüzyıllardır süregelen karışıklıklar sona eriyor, bölge halkı için yeni bir dönem başlıyordu.
OSMANLI DÖNEMİ;
Osmanlı yönetiminde, Siirt’in de içinde olduğu bölgede, belirli bir tarihe kadar kısmen özerk sayılabilecek, aşiretlerinin egemenliğinde bir çeşit derebeylik diye nitelendirilen çeşitli yönetim biçimleri oluştu. 1661 ile 1632 arasında Van eyaletine bağlı bir sancak olan Siirt, bir süre sonra Diyarbakır eyaletine dahil edildi ve bu konumunu 19.yüzyılın sonlarına kadar korudu.
Tanzimat’la birlikte Osmanlı devlet düzeninde getirilmek istenen yeni düzenlemeler, 1845’ten itibaren Diyarbakır ve Erzurum vilayetlerinde uygulamaya konulunca değişik tepkiler başladı. Çok sık ayaklanmaların başgösterdiği Diyarbakır’da yeni düzenlemeler tepki görmezken, Van’da valiye karşı isyanlar başladı. Bu arada Cizre ve Hakkari yöresinde Kürt beyi Bedirhan Bey önderliğinde başlatılan bir ayaklanma da bastırıldı.
1864’te çıkarılan Vilayet Nizamnamesi’ne göre Diyarbakır vilayetine bağlı olan Siirt sancağında Merkez’in yanısıra Pervari (Bervade) ve Garzan adlarında kazalar bulunmaktaydı. Bu konumunu l877’de Vilayet Nizamnamesi’nde de koruyan Siirt’in yanısıra Mardin ve Malatya sancakları da Diyarbakır’a bağlıydı.
1892’de Diyarbakır Vilayeti’nden ayrılarak Bitlis’e bağlanan Siirt’in bu tarihte şehre bağlı merkezin yanısıra Şirvan, Eruh, Pervari (Bervade) ve Garzan kazaları bulunmaktaydı. Aynı yılın Bitlis Salnamesi’ne göre sancağın sınırları içinde 40.393’u erkek, 35.521’I kadın olmak üzere toplam 75.914 yaşamaktaydı. Bu nüfusun 16.425’ini ise Hıristiyanlar oluşturmaktaydı. Stanford Shaw’un yaptığı çalışmaya göre Müslüman ve Hıristiyan nüfus özellikle 1885’ten sonra hızla azalmaya başlamış; bu tarihte sayıları 49.095 olan Müslüman ahali 1914’te 27.639’a, 11.971 olan Gregoryenler ise aynı tarihte 2.218’e düşmüştür.
MÜTAREKE VE MİLLİ MÜCADELE YILLARI;
Siirt bu yıllarda da Bitlis Vilayeti’ne bağlıydı. Merkezin dışında Eruh, Şirvan, Şırnak, Pervari ve Garzan da ayrı birer kazaydı. Ancak bu dönemde bölgede yaşanan birçok gelişme hızlı bir nüfus azalmasına yol açtı. 1890’larda 60 bin dolayında olan nüfus Dünya Savaşı’nın başladığı 1914’te 30 binlere kadar düştü. Savaşla birlikte başlayan göçler ve 1915’teki Ermeni Tehciri nüfusu büyük ölçüde azalttı.
Siirt bu dönemde yabancı bir gücün fiili işgaline uğramadı. I.Dünya Savaşı ve Mpndros Mütarekesi’yle birlikte, Bitlis’e kadar Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun belli kesimlerini işgal eden Ruslar, Deliklitaş civarında aralarında Şeyh Şerafeddin Aydın ile İbrahim-i Mekevi’nin bulunduğu Siirtliler tarafından direnişle karşılandı ve Siirt’e kadar girmeleri engellendi. Bu sırada Ruslar, ülkelerinde gerçekleşen devrimin de sonucunda geri çekilmek zorunda kaldı.
Milli Mücadele yıllarında ise bir İngiliz birliğinin kısa bir süre şehirde kalması dışında yabancı asker görmeyen şehir, milli harekete büyük bir destek verdi. Erzurum Kongresi’ne Siirt adına Hacı Hafız Efendi ile Cemil Bey (Aydın) katıldı. Hemen ardından, Sıvas Kongresi öncesinde Şarki Anadolu Müdafaa-I Hukuk Cemiyeti’nin Siirt şubesi kuruldu.
Bu cemiyetin kurucusu ve ilk başkanı, 12 Ocak 1920’de toplanan son dönem Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Siirt mebusu olan Müftü Halil Hulki Bey (Aydın) üyeleri ise daha sonra Siirt Tarihi adlı kitabı yazacak olan Müftü Ömer Bey (Atalay), Belediye Reisi Hamit Bey, Hamza Hilmi Bey, Bekir Sıtkı Bey, Abdülkerim Bey (Nakipoğlu) idi. Halil Hulki Bey’in mebus olmasıyla başkanlığa Ömer Bey (Atalay) üyeliklere de Cemil Bey (Aydın), Şebap Bey (Özel), Muhammet Ferit Bey (Fırat), Yahya Hikmet Bey (Yavuz) ve Bilal Bey (Evin) getirildi.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Siirt ve çevresinde yerleşik olan aşiret düzeni ve bunun yarattığı ilişkiler, uzun yıllar bölgede belirli bir huzursuzluğun yaşanmasına neden oldu. Şeyh Said isyanı ise bölgede dolaylı etkiler yarattı. Pervari, Eruh, Kozluk, Sason ve Beşiri’de kimi mevzi ayaklanmalar yaşandıysa da, bunlar kolayca bastırıldı. Bununla birlikte bu dönemde sadece Siirt ve çevresi değil bölgenin bütünü ihmal edildi. Bunun sonucunda ortaya çıkan bölgesel eşitsizlik, ekonomik olarak geri kalmış yörelerin doğmasına neden oldu.
CUMHURİYET DÖNEMİ
Cumhuriyet döneminde sorunların kökenine inilmeden, kolaycı ve yukardan formüllere dayanıp, bölgede yaşayan farklı unsurların kimliğine bakılmaksızın çözümler üretilmek istenmesi; kimi zaman toplumsal, ekonomik ve kültürel sorunları hiç düşünmeden askeri ve inzibati önlemlerle yetinilmesi bütün hükümetlerin tercihi oldu.
Siirt ve çevresi uzun yıllar belirli bir istikrarın sağlandığı, sorunların fazla büyümediği ama buna karşılık ekonomik ve sosyal dengesizliğin devamlı arttığı bir bölgeydi. Bu özelliğini yıllarca korumasına rağmen son dönemde yaşanan terör sorunu ile birlikte kendini sıcak çatışmanın içinde bulan Siirt ve çevresi; umulur ki, bundan sonra sağlanacak güven ortamı içinde soruna yapılacak ciddi, bölgenin etnik ve kültürel özelliklerini dikkate alan yaklaşımlarla geçmişin hoşgörülü, karşılıklı sevgi ve güvene dayalı ortamını yeniden yaşayacak ve ekonomik gelişimini sürdürecektir.
TARIM;
Bugün Siirt ve ilçelerini kapsayan yerleşim bölgeleri, tarih boyunca genel olarak aşiretlerin yaşama alanları olduğu için tarımsal üretimde önemli bir gelişmeye sahne olmamıştır. Bu konudaki ekonomik verileri Osmanlı Devleti’nin 19.yüzyılda yayımlamış olduğu devlet ve vilayet salnameleriyle ünlü Fransız araştırmacı Vital Cuinet’in La Turquie d’Asie adlı önemli eserinde bulmaktayız.
Tarımsal üretimle ilgili olarak 1874 Diyarbekır Vilayet Salnamesi’ nde o dönemde Diyarbekir’e bağlı olan Siirt sancağında, 1 350 000 kilesini (ölçek) buğdayın oluşturduğu toplam 3.060 000 kile tahıl üretildiği belirtilmektedir. Aynı salnameye göre tahıldışı tarım ürünlerinin başında kuru üzüm, kişmiş üzüm, soğan ve boyacılıkta kullanılan nar kabuğu gelmektedir. Bu dönemde kökboya üretimi ile hayvan yeni olarak kullanılan ama bugün farklı kullanım alanlarına sahip mazu da önemli gelir kaynaklarıydı.
Cuinet, özellikle 1890’larda Bıttım üretiminin yılda 150 bin okkayı bulduğuna işaret etmektedir. Aynı yıllarda Siirt ve çevresinde bağcılık da önemli bir gelir kaynağıydı. Meşhur Bineteti ve Tayfi üzümlerinden elde edilen kuru üzüm, pekmez (dibs) ve pestil (harire) ile birlikte Pervari’nin ünlü Zivzik narından yapılma nar ekşisi (habrımman) ile boyacılıkta kullanılan nar kabuğu o dönemin koşullarına göre yöre halkının hem ihiyaçlarını karşılıyor hem de önemli girdiler sağlıyordu.
Bu dönemde Siirt ve yöresinin bir diğer önemli geçim kaynağı, hayvancılık ve bundan sağlanan gelirlerdi. Tüm bu bölgede varolan aşiret yapısından dolayı koyun ve keçi gibi küçükbaş hayvanların oluşturduğu hayvansal üretimde peynir, öndegelen bir üründü. Özellikle çok değişik bir tadı olan Siirt Otlu Peyniri (sirike), günümüzde de benzerlerinden farklı lezzetini korumaktadır.
Bunun yanısıra aynı dönemde tiftik üretimi de önemli bir gelir kaynağıydı. 1869 Diyarbekir Salnamesi”nden alınan verilere göre, üretilen 100 bin ölçek tiftiğin 75 bin ölçeği dışarı satılmaktaydı. Tiftiğin yanısıra yapağı ve özellikle Pervari’de üretilen bal ve balmumu da yörenin sayılı gelir getirici ürünleriydi.
Cuinet, 1890’da Siirt ve yöresinde 81.273 koyun ve 79.289 keçi bulunduğunu belirtmekte ve bu konuda Garzan, Şirvan ve Eruh’un en zengin merkezlerden olduğuna işaret etmektedir. Bu konuda yaklaşık olarak aynı verileri Siirt’in daha sonra bağlandığı Bitlis’in 1892 Vilayet Salnamesi’nde de görebiliriz.
YAKIN DÖNEM;
Siirt, Osmanlı döneminde varolan kapalı ekonomik yapısını Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında da sürdürdü. Özellikle uaşım imkanlarının sınırlı ve il merkezinin ticari yolların uzağında oluşu şehrin gelişimini olumsuz yönde etkiledi. 40’lı yıllarda il sınırları içinde petrolün bulunması, 1944’de demiryolunun Kurtalan’a kadar uzatılması, karayolu bağlantılarının artması vb. etkenler 50’li yıllardan sonra gelişimi bir ölçüde hızlandırdı.
Bu tarihten sonra tarımsal üretim içinde hayvancılıktan sağlanan gelir, bitkisel üretimin artışıyla ikinci plana düşmeye ve modern tarım tekniklerinin gelişmesiyle birlikte verim yükselmeye başladı. Özellikle 1950’den sonra ekilebilir tarım arazilerindeki gelişme 1970’lerden sonra 100 bin hektarın üzerine çıktı. Bugün Siirt’te tahıllardan en çok ekilen buğday olup, arkasından arpa ve az miktarda pirinç gelmektedir. Ancak bütün bu ürünlerin Türkiye genelindeki payı oldukça düşüktür.
Son dönemde idari yapılanmada yapılan değişiklikle, Batman ve Şırnak’ın il yapılması, Siirt’in tarım arazisini daraltmış, doğal olarak bu değişiklik tarımsal üretime etki etmiştir. Bugün toplam arazinin yüzde 14’ünü oluşturan tarım topraklarının 62.721 hektarı kuru, 4200 hektarı ise sulu tarıma ayrılmış bulnmaktadır.
Siirt İl Sanayi ve Ticaret Müdürlüğü’nün son raporuna göre ilimizde yıllık buğday üretimi 45 bin ton, arpa 22 bin ton, kuru mercimek ise 7200 ton olarak gerçekleşmektedir.
Şehrimizin önemli bir gelir kaynağı olan ünlü Siirt Fıstığı üretimi de yılda 2 bin tona yaklaşmıştır. Son yıllarda az da olsa bir gelişme kaydeden sulu tarımla birlikte, sağlanan teşvikler sonunda meyva ve sebze üretimi artmış, sulanan arazilerde pamuk ve tütün üretimi gelişmiştir.
Siirt’te doğal olarak yetişen meyan kökü üretimi ise yıllardır süren çabalara rağmen beklenen düzeye ulaşamamış, yıllık üretim 3-4 bin tonda kalmıştır.
Tarımda kullanılan alet ve makina sayısında sözkonusu nedenlerden dolayı fazla bir artış görülmemiştir.
Bugün hayvancılık, Siirt’in önemli bir gelir kaynağı olmasına rağmen, üretimde gerekli modernizasyonun gerçekleşemesi, ürünlerin pazarlanmasında yaşanan güçlükler ve daha başka nedenler yüzünden istenen bir düzeyde değildir. Bunda, hiç kuşkusuz yıllardır bölgede Kürt sorunu nedeniyle yaşanan çatışmaların, özellikle hayvancılığı olumsuz bir yönde etkilemesinin payı çok büyüktür. Ancak buna rağmen geliştirilen bazı projelerle birlikte, yetersiz de olsa kooperatifçilik özendirilmiş ve özel fonlarla hayvancılığa destekler sağlanmıştır.
Ünü sadece Türkiye’de değil tüm dünyada duyulmuş Pervari balıyla birlikte Eruh ve Şirvan’da da gerçekleştirilen bal üretimi ise son yıllarda az bir artışla yılda 80 tona ulaşabilmiştir.