60-70 yıl öncesi Siirt’te fakir çoktu ama dilenci yoktu. Çocukluk yıllarım gözlerimin önüne geldiğinde, hiçbir sokak başında, cami önünde, çarşıda, caddede dilenci gördüğümü anımsamıyorum. Öyle ev-ev, dükkân-dükkân dolaşan, yoldan gelenleri geçenleri rahatsız edercesine ve peşinden koşarak dilenen hiç yoktu dersem, inanınız!
Geçmişte kalan o güzel yıllarda, biz Siirtlilerin çok güzel bir gelenekleri vardı. Bu geleneğin adına (EŞET-IL IMMAT = ÖLÜ YEMEĞİ) denilirdi. Sadece zenginler değil, orta halli, hatta fakir aileler bile bu yemeği çıkarırlardı.
Yazımın başlangıcında belirttiğim gibi Şehrimizde fakir çoktu ama dilenci yoktu. Mahalleliler olarak kimin fakir olduğu zaten bilinirdi. Bugün aynı apartmanda oturanların bile birbirlerini tanımadıklarına bakmayınız. O yıllarda, herkes birbirini tanır, sadece komşusunu değil, yeddi ceddini sayabilirdi.
Hiç aklımdan gitmez. Rahmetli babaannem fakir bir aileye tabak, içinde bir yemek götürelim diye görevlendirince şöyle derdi:
-Ölülerin ruhları, akşam saatlerinde evlerinin kapısına gelirler. Kendileri için çıkarılacak yemeğin gönderilmesini beklerler. Gönderilen yemeği gördükten sonra, rahatlamış olarak geri dönerler.
Babaannemin bu sözüne yürekten inanarak, sanki ben daha bebekken Rahmeti Rahmana kavuşmuş olan Babama yemek götürür gibi, fakir aileye yemeği götürür, ben onu görmüyor olsam bile kapının eşiğinde EŞET-IL IMMAT’IN gönderilmesini bekleyen Babamın ruhunun beni gördüğüne inanır, sevinirdim.
Evet, EŞET-IL IMMAT (ÖLÜ YEMEĞİ) dediğimiz buydu. Hemen her akşam üstü, o günkü yemeğimiz her neyse mahalledeki fakirlere mutlaka bir tabak gönderilirdi. Hem de ölülerimizin o yemeğin karşılığını manen alacaklarına inanılarak en güzel kısmından verilirdi. Öyle evde kalmış, kokuşmuş, bayatlamış yemek gönderilmezdi.
İnanır mısınız, kendilerine yemek gönderilen fakirler de, ihtiyaç fazlası gönderilmiş olan yemekleri, diğer fakirlere dağıtırlardı. Şimdi düşünüyorum da. EŞET-IL IMMAT (ÖLÜ YEMEĞİ) dediğimiz, ne güzel bir dayanışma, ne güzel bir adetti.
Biz Siirtlilerin (ÖLÜ YEMEĞİ) geleneğiyle ilgili bir anekdotla yazımı renklendireyim istedim. Anekdot şöyle:
Buzdolaplarının bulunmadığı, bulunup da yaygınlaşmadığı yıllarda, Siirtli hemşerilerimiz et ve sair kokuşabilecek gıdaları, kuyulara sarkıtarak, bir süre için tazeliklerini muhafaza etmeye özen gösterirlerdi.
İşte o yıllarda, zengin bir aile, ev ihtiyacı için aldıkları eti kuyuya sarkıtmış ve aradan birkaç gün geçtikten sonra çıkarmışlar. Bu durum, Yaz mevsiminin en sıcak günlerinin yaşandığı bir ortamda gerçekleştiği için, etin hafifçe koktuğu anlaşılmış.
Evin sahibi Hacı Ahmet, Hanımına:
-Et hafif kokmuş, en iyisi bunu kedilerin önüne koy, yesinler, demiş.
Hanımı ise:
-Bence, komşularımız olan Ammo Mahmut’lara gönderelim. Onlar fakir, zaten, ette çok hafif bir koku var. fark etmezler bile. Onlara gönderelim. Muhakkak pişirir, yerler! diyerek fakir komşularına vermeyi teklif etmiş. Kocası:
-Ayıp olmasın, sonra bize kokmuş et gönderdiler! Diye bizi rezil etmesinler! demişse de, kadın bildiği gibi yapmış ve hafif kokmuş olan eti, kapı komşuları olan Ammo Mahmut’lara götürmüş.
Ertesi gün, Ammo Mahmut’la, zengin komşusu Hacı Ahmet yolda karşılaşmışlar. Ammo Mahmut, Hacı Ahmet’e Arapça (Siirt’çe) olarak söylenmiş:
-Ems, kekilbeeften arroh ımmatken, ĞAYR ĞAMMUM! (Dün ölülerinizin ruhuna kokuşmuş bir hayır göndermiştiniz!”
Haliyle, Hacı Ahmet de cevap verecek söz bulamamış ve başını önüne eğmiş…
TAŞLAMA
BUGÜN ARAFE GÜNÜ
YARIN DA BAYRAM İMİŞ
BAYRAM GİBİ BAYRAMLAR
KOTORMAKTIR ASIL İŞ
GAZZE’DE BİR DRAM VAR
SURİYE’DE KATLMİAM
NASIL BAYRAM YAPAYIM
HAKSIZ MIYIM AĞLARSAM
BAYRAM GİBİ BAYRAMLAR
DİLİYORUZ ALLAH’TAN
NASIL BAYRAM YAPSIN Kİ
DUYARLIYSA MÜSLÜMAN
İKİ MİLYAR MÜSLÜMAN
ON MİLYON YAHUDİYE
ZEBUN OLMUŞ BAKINIZ
SORALIM BİR SEBEP NE
GERÇEK MÜSLÜMAN DEĞİL
SÖZDE MÜSLÜMANIZ BİZ
TEKNOLOJİDE ÖNDE
GAVUR DEDİKLERİMİZ