14 Ağustos’ta Rumlar, köylerinde; savunmasız, çoğu çocuk, kadın ve yaşlı yüzlerce Türk’ü topluca ve vahşice öldürmüştü. Birliklerimiz 14 Ağustos akşama doğru Paşaköy ve Serdarlı’ya girerek soydaşlarımızla kucaklaştılar. 15 ve 16 Ağustos’ta doğu ve batı istikametlerinde ileri harekâtına devam eden birliklerimiz Magosa, Lefkoşa ve Lefke hattının kuzeyindeki bölgeyi tamamen kontrol altına almışlardı. Sonuç olarak: Kıbrıs Barış Harekâtı ile Kıbrıslı Türklerin can güvenlikleri sağlanmış, Rumların Enosis hayali Akdeniz’in karanlık sularına gömülmüştü.
İkinci Kıbrıs Barış Harekâtında Siirt’in Şırnak ilçesinden (o tarihte Şırnak henüz il olmamıştı) Er Salih Kabul, ağır yara almış ve bir ayağı kopmuştu. Siirtli Erin öyküsünü bir subay şöyle anlatmaktadır:
“Harekâta katılan erlerden biri isabet eden top mermilerden adeta toprağa gömülmüştü. Yüzbaşım, ben ve tabur doktorumuz Üsteğmen Taner Göde, o istikamete doğru fırladık. Mehmetçiğin kızgın güneşten kavrulan sakallı yüzü, yeşilimsi bir renk almış, tebessüm eder gibiydi. Gözlerinin canlılığı kaybolmamıştı. Sağ bacağı hemen dizinin altından kopmuş, bir karış kemik parçası, kopuk dizinin ucunda duruyordu. Sağ eliyle potininin içinde kanlı et yığını gibi duran kopuk bacağını sımsıkı tutuyordu. Kopuk bacaktan fışkıran kutsal temiz kanı, toprakta köpürüp fokurduyordu. Doktor ilk müdahaleyi yaptığı sırada ben ve Yüzbaşım, telaşla emirler veriyor, bir araç bulunmasını istiyorduk…
Bu sırada Salih bir ara kendine geldi, başını kaldırdı ve yaşaran gözlerimize bakarak: “Niçin telaş ediyon gomutanım? Gözlerinizdeki yaşlar niye ki? Anamız bizi bugünler için doğurmadı mı? Hele bir cigara verin,” diye mırıldandı, tekrar bayıldı. Hiçbir şey söyleyemedim, dudaklarımı öylesine ısırmışım ki, az sonra yanımdaki er: “Komutanım, ağzınızdan kan geliyor, bir şey mi oldu?” dedi. “Hayır” diyebildim. Çünkü o kan, ağzımdan değil, paramparça olan yüreğimden geliyordu… Kahraman Salih’i, mücahitlerimizin civardan temin ettikleri Land-Rover marka bir ambulansa, bulunduğumuz bölgeye bir kâbus gibi çöken Rum topçu ve havan ateşine rağmen süratle yükledik. Artık onun yaşayabilmesi, zamanın ve kaderin insafına kalmıştı! Araç, boğaz bölgesinde kurulan sahra hastanesine giderken, üzerindeki Kızılay bayrağına rağmen, Rumlar tarafından aracın vurulması için açılan uçaksavar ve makineli tüfek ateşini büyük bir üzüntü ile izledik… İşte savaş meydanlarının yiğit askeri, Mehmetçik böyle bir insanlık abidesiydi. Böylesine bir askeri tanımak için onun gerçekleştirdiği böylesi kahramanlıkları okumak değil; demek ki, kaderde birlikte paylaşmak da varmış diye düşündüm bir an. Yüce Atatürk’ün şu veciz ifadesi onu ne kadar iyi tanımlıyordu: “Dünyanın hiçbir ordusunda, yüreği seninkinden daha temiz ve daha mükemmel bir askere rast gelinmemiştir.” Gerçekten de savaş meydanında cesaretiyle temayüz eden, vatanına, bayrağına, milletine ve komutanına içtenlikle bağlı. İman gücünü, çelik gibi iradesiyle bütünleştirebilen insanoğlu; ancak Türk Milletinin sinesinden çıkabilirdi. İşte tüm bu özellikler de, “Mehmetçik” kavramında birleşmişti. Savaş meydanları bu tarihi gerçeği hep böyle yazmıştı, Kıbrıs savaşlarında da böyle yazmaya devam edecekti. Yukarıda anlatmış olduğum ve bizzat tanıklığını yaptığım bu kahramanlık öyküsü; bu gerçeklerin tarih sayfalarına yansıdıklarından sadece bir tanesiydi. Artık savaşın sıcak yüzü, bizim taburumuz personelini de yakmaya başlamıştı…’’
Evet, 1974 yılında birlik ve beraberlik içinde KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI DESTANINI yazan bu millet, yine birlik ve beraberlik içinde olursa, daha nice destanlar yazmağa muktedir olabilir. Bunu düşünmek ve buna göre bozulan birliğimizi yeniden tesis etmek zorundayız.
TAŞLAMA
DÜNYA NE KADAR KÜÇÜK
MEĞERSE GÖRDÜK BUNU
BİR YAZILIM SİSTEMİ
BUNUN DELİLİ OLDU
YAZILIM ÇÖKTÜ HAYAT
FELCE UĞRADI GÖRDÜK
KENDİ TEKNİĞİMİZİ
KURMAMIZ GEREK ARTIK
ELİN KALEMİ İLE
BİL GERDEĞE GİRİLMEZ
GERDEĞE GİREN KİŞİ
BELLİ ÇOCUĞU OLMAZ
TEKNİK TEKNİK VE TEKNİK
BUDUR TEK ÇARE BİZE
NE OLUR YETEBİLSEK
BİZ KENDİ KENDİMİZE