Şeyh Mahmut ziyareti tam köşede; Oradan bizim evimize doğru uzanan sokağa girdim. Doğduğum evin yanında sayılacak bir mesafede, iki katlı pembeye boyanmış ilk çocukluğumdan 18 yaşına kadar bize mesken olan ev olduğu gibi duruyordu. Fakat mahalledeki birçok ev yıpranmış, hatta yıkılmış harabeye dönmüştü. “Hacı isted Saloh” derler dedeme, Tabi eski cas ustasıydı dedem, ama; Mesleğinin sonuna doğru böyle betonarme bir bina yapmıştı bizim için. İki katlı evin alt katında dedemler, biz ise üst katta oturuyorduk. Istayha adı verilen genişçe bir terasımız vardı ki, o bize oyun alanıydı. Annemin babası olan bu dedemizin büyük dedesi, Konya’dan evliyalar kenti Siirt’e gelmiş yerleşmiş. Dedemden tam 6 kuşak öncesinden Siirt’e yerleşen büyük dedemiz Salih Dedem 7.kuşak oluyor dolayısıyla. Bir çocuğa Ali, onun çocuğuna Bekir adını veriyorlarmış gelenek olarak. Bu neden Arapça; “Beyt Ali Bekker” sülalesi adını almışlar.
-Mahallemiz bir yanda Babudarp Camii ki, Babudarp eskiden şehrin dışına açılan kapı demekmiş, orada da eniştemler oturuyorlardı. Atatürk’ün şoförlerinden İbrahim Çavuş eniştemin babası, Siirt’e ilk arabayı getirenler, ayrıca o günkü otomobil ve kamyonetlerle ilk taşımacılığı başlatmışlar. Bu nedenle evlerinin bahçesi büyük bir garaj içeriyordu. Babudarp Camiinin hemen yanındaki bu evin bahçesi çocukluğumuzda bize geniş bir oyun sahasıydı. Bu nedenle sokağımıza vardığımda, ilk iş olarak; Babudarp camiine doğru bir solukta yürüdüm. Ev harabeye dönmüş, restore edilse; Safranbolu ya da Mardin evlerine taş çıkartır bir şaheser. Gelgelim Siirt merkezinde tarihi turizm ile ilgili tık yok. Oysa, Tillo bunu ne güzel başarmış. Sabatlar, eski sokaklar korunup turizme açılsa ne güzel olur diye düşünmekten kendimi alamadım. Belirttiğim gibi; Bizim oturduğumuz eve yakın bir yerde doğmuşum. İlk kaldığımız ev ile birlikte birçok ev harabeye dönmüş. Bunda cas malzemesinin, taş veya beton malzeme kadar sağlam olmamasının sebebi de var. Ayrıca üniversitede öğrenciyken bir hocamız, benden laboratuarda incelemek için cas getirmemi istemişti. Hocamın laboratuar sonuçlarına göre; Cas malzemesi anhidrit adı verilen bir nevi tuzlu alçıtaşı imiş. Siirt’e sahriç (sarnıç) ile getirilen sularla kuyu sularını içilmeyecek derecede tuzlu olmasını sebebi de buymuş. Ev yapımında kullanılan cas ve cas yapımında kullanılan “hayl” adı verilen taşlardaki tuzlar eriyerek, suları tuzlu yapıyor. Babudarp, İvendirme camileri ve hemen hemen bütün camilerimize gelen kaynak suları sadece abdest almakta kullanılıyordu. Birçok evde olduğu gibi, bizim evde de komşumuza ait müşterek kullandığımız su kuyu vardı. Komşular arasında paylaşma duygusu o kadar kuvvetliydi ki; Bu kardeşliği ve güveni pekiştiriyordu.
-Evimizden İvendirre Camiine doğru inerken, merhum dayımız Şeyh Nihat Mergen’e ait evin altından geçiyorduk. Birçok yerde olduğu gibi, onun da evi sabatın üstündeydi. Dayımız, küçükken geçirdiği hastalıktan dolayı zor konuşacak ve yürüyecek kadar felçliydi. Lakin bir farz namazını kaçırmadan camiye gittiği gibi, evinin yanındaki bakkal dükkanında çalışarak geçimini sağlıyordu. Eski insanlarımızın azmi ve onurlu davranışları önünde saygıyla eğilmemek ne mümkün . Ayrıca; Cami bakımına kendini adamış Şefik Mergen dayımızı ve diğer bütün gayretkar mütedeyyinleri Allah rahmet eylesin.
-İlkokula Gazi ilkokulunda başlamıştım. Önlükle gittiğim, anaokulunda kontenjan azlığı nedeniyle çekilen kurada adım çıkmadığı için eve geri gönderildiğim gün, dün gibi aklımda kalmış.
Mecburen ana sınıf okumada 1. sınıfa başladığım çocukluğumun okulu, eski belediyenin hemen yanındaki Gazi İlkokulunun olduğu yere bir solukta çıktım. Bizim zamanımızda anasınıfı okumak bir lükstü, aynı zamanda büyük kısmımız Türkçe bilmediğimiz için, bizim için yeni bir dil olan resmi dilimizi öğrenmeye başlama vesilesiydi. Okulumuz bize büyük geliyordu, öyle görünüyordu; Bahçesiyle, binasıyla gayet heybetliyli gözümüzde. Meğerse mütevazi bir bina, küçük sayılacak bir bahçeye sahip. Oradan yakındaki; Aynsalip Çeşmesine vardım. Kurumuş, yıkılmış bir vaziyette bakımsızca duruyordu. Eski belediyenin yanındaki bu bölgede; Çok küçükken annelerimizle gittiğimiz Marmara Sineması yok artık ortalıklarda. Eski heykel de bir dik yokuşta tam tepedeymiş, halkevi falan da ordaymış eskiden. Zaten günümüze göre bir avuç sayılan şehrin önemli bir kısmı burada. Siirt Ağa’sı, Arapça deyimiyle beyt leğe de burada. Babamın büyük dedesi, yani dedemin dedesi de Şirvan Kormaz Beglerinden; Şer Beglerden. Adı Melek olan büyük dedemiz, Siirt’eki leğenin kız kardeşiyle evlenip, mahalleye yerleşiyor. Aldığı Büyük Nenemizin adı İsmihan’mış. Tam da bir Türk ismini çağrıştırıyor. Büyük dayılarımız Leğegil Türk kökenli olabilirler mi diye de düşüyorum bu isimden dolayı. Osmanlı zamanında Siirt’te bulunan atlı tümenin erzak tedariğini bizim aile yapıyormuş. Bir anda yayınlanan bir Osmanlı fermanında, borcu biriken tümenin ödeme yapmamasının; Bizimkileri ciddi bir sıkıntıya soktuğu anlatılıyordu hep.
-Eskiden şehrin ileri gelen aileleri bütün kurumlar resmi kurumlar ve tarihi Ulu Camii de tüm heybetiyle burada bulunuyor. Eski hamamlar ve çarşılar bu çevrede, yukarı kesimde bulunuyordu. Zaten aşağısı olduğu gibi ya tarım alanıydı ya da kanalizasyon sistemi olmadığı için kışın su altında kalıp göllenen alanlar şeklindeydi. Bu nedenle tatlı su sıkıntısı çeken Siirt’e göllenen sulardan sakalarla su taşınıyormuş evlere.