Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Cüneyt ARITÜRK
Cüneyt ARITÜRK

SİİRTLİLERE AİT ANEKDOTLAR

Siirt’le ve Siirtlilerle ilgili kulaktan kulağa dolaşan espriler anekdotlar vardır. Bugünkü yazımızda Siirt’te yaşanmış üç anekdotu okuyucularımızla paylaşacağız.

KENDİ SALASINI OKUTTU

Bir zamanlar, Siirtli şakacı biri, Merkezi bir Camiin Müezzinine adam göndererek salasını verdirmesini istemiş. Sala için müezzine gönderdiği kişi kendisini tanımıyormuş.

O’na:

-Allah razı olsun, bir akrabamız ölmüş, ben cenaze işleriyle meşgulüm. Bu Kağıdı  Camiin Müezzinine götür, kâğıtta salası verilecek rahmetlinin künyesi yazılı. Al, bu on lirayı da SALA ÜCRETİ olarak müezzine ver! demiş,

Adam, sevabım olsun diyerek denileni yapmış. Camie giderek, müezzini bulmuş, ölünün künyesinin yazıldığı kâğıdı ve on lirayı vererek, sala okumasını istemiş. Müezzin de, salayı okumuş, cenaze namazının kıldırılacağı camiin ve defnedileceği mezarlığın adını duyurmuş!

Cenaze Namazı için Camie gelenler bekleşirlerken, süre uzayıp, cenaze bir türlü gelmeyince, salası verilenin bir tanıdığı:

-Yahu,  az önce çarşıdan geçti. Hiçbir şeyi yoktu. Bu işte bir yanlışlık olmasın! diyerek bekleyenleri uyarmış. Salayı veren müezzin çağırttırmış ve kendisine sala vermesini kimin söylediği sorulmuş, Müezzin de, bilmediği birinin sala vermesi için eline salası verilecek kişinin künyesinin bulunduğu bir kâğıt verdiğini ve hatta sala ücreti bile ödeyerek ayrıldığını anlatmış. Bunun üzerine, sözde ölenin evine adam gönderilmiş, bakmışlar ki, bir ölü evinde olması gereken hiçbir hareketlilik yok. Sözde ölen adamı sormuşlar, kendilerine çarşıda olduğu söylenmiş.

Bu işin bir oyun olduğu böylece ortaya çıkmış. Cemaat da, salası verilen adamın akrabaları da müezzine çatmışlar. Zavallı Müezzin:

-Bu işin bir oyun olduğunu nereden bilebilirdim. Adam geldi, elime salasını vereceğim kişinin künyesinin yazılı olduğu kâğıdı, üstelik,  sala parası olarak da 10 Lira verdi (O zaman için büyük bir para) gitti. Ben de verilen künyeye göre salayı okudum! demiş.

Kendi salasını verdiren adam da oraya gelmiş, o da hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi müezzine hafif yollu çatmış. Cenaze namazını kılmağa gelen cemaat de “Geçmiş olsun, Allah geçinden versin” diyerek dağılmışlar.

O zaman için oyunu kendisinin oynadığını açıklamayı uygun görmeyen ve tepki toplayacağını hisseden şahıs çok uzun süreler sonra, yakınlarına gerçeği açıklamış:

-Benim için okunan salayı ben tertiplemiştim. Amacım, cenaze namazıma gelecek olanları görmekti. Ölünce, cenazeme kimlerin katılacaklarını hep merak ederdim, bu bakımdan, sağken bunu yaşayayım, istedim diyerek, samimi  bir itirafta bulunmuş.

KOMŞULARININ KIZINI, “KIZLARI” DİYE GÖSTERİP KENDİ KIZLARINI VERDİLER!

Şehrimizde, evlenmelerin görücü usulüyle yapıldığı, evlenecek kızların ve erkeklerin birbirlerini görmelerinin hemen hemen hiç mümkün olmadığı dönemlerde, genelde damat adaylarının anneleri, ablaları, yengeleri, halaları, teyzeleri gelin aramak işini yükümlenir, çeşitli bahanelerle gelin adaylarının evlerine giderek, istemeden evvel kızın güzel mi, çirkin mi, çalışkan mı, sakar mı, akıllı mı, kontak mı olduğunu araştırmaya çalışırlarmış. Ancak, uydurulan bahaneler ne olursa olsun, gelin adayı tarafı, muhakkak, bir şekilde kendilerine görücülerin geleceğinden haberdar olurlarmış.

İşte, evlerine hatırlı görücülerin gideceğini öğrenen müsemma bir aile, bu güzel kısmeti kaçırmamak ve talip olmalarını sağlamak için bir taktik uygulamışlar. Komşuları olan eli ayağı düzgün, güzel, alımlı, akıllı bir kızı, evlerine davet ederek:

-Bize misafir gelecek, bizim kız da dayısının evine gitmiş, gelsen de bize yardımcı olsan, demişler.

Kız da, annesinin müsaade etmesi üzerine, komşularının hatırını kırmamış, misafirlerine hizmet için evlerine gitmiş. Evdekiler de:

-“Kızım misafirlere kahve yap, kızım misafirlere şeker ikram et, kızım bunu götür, bunu getir!”  diyerek, kendi kızları olduğu havasını vermişler. Görücüler, bu oyunu yutmuşlar. Evlerine gittiklerinde kızın güzelliğini, hünerlerini, anlata anlata bitirmemişler ve hemen evin erkeklerini devreye sokup, o evin erkeklerine gidilerek, kızlarına talip olmalarını önermişler. Söz kesilmiş, nişan yapılmış, nişan günü bir de ne görsünler, onların gördükleri kız ile, nişan kıyılacak kız bambaşka!

Ama artık, her şey olup bittiğinden ve erkekler de devreye girmiş olduklarından durumu kabullenmek zorunda kalmışlar. Çünkü, o günün şartlarda nişanı iptâl etmek, belki de iki ailenin arasında büyük fitnelerin doğmasına yol açacakmış.

Sonuç olarak, uyanık Siirtliler, komşularının kızını, kendi kızları gibi gösterip kızlarına iyi bir kısmet(!) bulmuşlar.

“HAKKIL IH…”

Geçmiş yıllarda, Şehrimizde bulgur, yarma, severkıtel (içli köfte için yapılan özel bulgur) öyle çarşıdan, pazardan hazır alınmaz, evlerde, büyük bir özenle yapılırmış. Hemen her evde (CIRN) denilen, haşlanmış buğdayın (severmaslok) dövüldüğü dibek taşları varmış. Adlarına DENK denilen, ağaç kütüklerinden yapılmış, takribi ağırlığı 10 kilogram kadar olan ve dev bir yumurta gibi şekillendirilmiş, orta yerlerinden kazma, kürek sapları gibi  tutulan haşlanmış buğdayların dövüldüğü tahta tokmaklar varmış.

Siirtlilerin tanımlarıyla SEVERMASLOK denilen haşlanmış buğdaylar da CIRN’LARDA (bir çeşit dibek taşı) dövülürmüş.

Buğdaylarını haşlamak için büyük kazanları (KAKBE) olmayanlar, evlerinde CIRNLARI (DİBEK TAŞI), DENKLERİ (büyük tahta tokmak) bulunmayanların, ihtiyaçlarını gidermeleri için hayrat şeklinde bunları yapan ve halkın hizmetine sunanlar, hatta vakfedenler bile varmış.

Büyük kazanlarda kaynatılarak haşlanan buğdayı dövmek işi de bir meslekmiş. Bu mesleği yapanlara “DAKKEKİN=DENKÇİLER” denilirmiş. Denkçiler, ekip halinde çalışırlarmış. Denkçiler, dibek taşına haşlanmış buğdayı koyar ve istenilen kıvama gelinceye, kabuğu soyuluncaya kadar döverlermiş. Dibek taşından etrafa taşan buğdayları elleriyle tekrar dibek taşına itenler ise sadece “IH.. YA ALLAH…” diyerek denkçilere moral verirlermiş.

Ama, görevi sadece dibek taşından taşan buğdayı tekrar dibek taşına itmek ve “IH! YA ALLAH!” demek olan kişi, görevleri  ağaç tokmakla (DENK) buğdayı dövmek olan iki tokmakçı kadar ücret alırmış. İşte, o yıllarda, bir işte yorulmadan aslan payını alanları ifâde için “HAKKIL IH…” deyimi kullanılırmış…

Hani, şimdi de söyleriz ya: “Çok işe, az para; az işe, çok para!” diye

Tokmakçılar, neden böyle bir durumu kabullenirlermiş diye soracak olursanız, ekipler, “IH, YA ALLAH” diyenlerin ekipleriymiş. Onlar da, o seviyeye gelinceye kadar yıllarca tokmakçılık yapmış ve sonunda kendi ekiplerini kurmuş olurlarmış…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER