Siirtlilerin üstün zekâlı olduklarını vurgulamak açısından anlatılan birçok anekdotlar vardır. İşte bu anekdotlardan biri:
Zamanın birinde Padişahın biri bir yarışma açmış. Yarışmanın konusu, Padişaha kabul edebileceği bir yalan söylemekmiş. Padişah:
-İkna oldum, çok güzel bir yalan” derse, yalanı söyleyen kişiye bin altın ödül verecek!
Çok sayıda yarışmacılar arasında bir de Siirtli varmış. Padişah, sırayla yarışmacıları kabul etmiş ve sıraladıkları birbirinden nükteli yalanlara birer kulp bulup:
–Bunun neresi yalan! Olabilir! diyerek yarışmadan eliyormuş. Sıra Siirtliye gelmiş. Yarışmaya giren Siirtli:
-Padişahım, Rahmetli Padişah babanız zamanında, hazinede para kalmayınca, zamanın zenginleri arasında sayılan rahmetli babamın arkasına göndererek, kendisinden yüzbin altın borç istemiş. Babam da, yüzbin altın tedarik ederek, Rahmetli Padişah Babanıza borç olarak vermiş. Ancak, ömrü vefa etmediğinden rahmetli Padişah babanız, Babamın borcunu ödememiş. Şimdi, sizden Rahmetli Padişah babanızın, Rahmetli babamdan aldığı yüzbin altını istiyorum! deyince, Padişah büyük bir hiddetle:
-Yalana bak, yalana! Benim Padişah Babam, senin çulsuz, ne idiğü belirsiz Babandan yüzbin altın borç almış ha! der demez, Siirtli atılmış:
-Eğer yalan konuştuğumu kabul ediyorsanız, yarışma kuralı gereğince bin altın vereceksiniz. Yok, eğer dediğim doğruysa, o zaman babanızın borcu olarak kabul ettiğiniz yüzbin altını vermeniz gerekir, Yüce padişahım! diyerek taşı gediğine koymuş. Padişah da, Siirtliye yarışmanın ödülü olan bin altını vermek zorunda kalmış…
***
Siirtli uyanık bir müteahhit varmış. Köprü yapımı, yol yapımı, okul, sağlık evi gibi resmi inşaat işlerinin ihalelerinde kurtlaşmıştı. Bunun için de devamlı olarak çalıştırdığı bir ekibi vardı. Bu işçilerden birinin işine son vermek isteyince, bir taktik uygulardı. Onu önce işçilerin başına çavuş yapar, sonra da tekrar eski işine iade ederdi. Amele çavuşu iken, tekrar amele konumuna düşmeyi kendine yedirmeyen o işçi de görevinden ayrılırdı. Böylece, uyanık müteahhit, dolaylı yoldan işine son vermek istediği ameleden kurtulmuş olurdu.
Kendisi bu tutumunu (önce havaya uçurmak, sonra tekmeyi vurmak) taktiği olarak anlatırdı.
***
Palavracı olan ve övünmeyi seven Siirtli genç, Vatani görev için silâh altına alınmıştı. Gittiği acemi ocağında, kendisi gibi vatani görevlerine yeni başlamış olan arkadaşlarına hava atmak için sözü dönüp dolaştırıp kabadayılığa, kaba tabiriyle BABALIĞA getirmiş:
-Ben aslen Siirtliyim ama ailece İstanbul’da ikamet ediyoruz. Biliyorsunuz, İstanbul’un haracını Siirtliler alır. İstanbul’da, Siirtli babaların üzerinde baba yoktur. Amca çocuklarım, dayı çocuklarım hep kabadayı takımıdır. Ama tabii onları yönlendiren bir başkası var. Asıl babaların babası odur! demiş.
Arkadaşları sormuşlar:
-Kimmiş bu onları yönlendiren, asıl babaların babası olan?
Siirtli genç mahcup bir tavırla:
-Söylesem ayıp kaçar! demiş.
Arkadaşlarından biri, istihzayla sormuş:
-Sakın o babaların babası dediğin, sen olmayasın?
Alaya alındığını fark etmeyen Siirtli genç büyük bir sevinçle cevap vermiş:
-Yahu kardeş, en büyük babanın ben olduğumu, gözlerimden mi anladın yoksa!