Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Cüneyt ARITÜRK
Cüneyt ARITÜRK

VEYSELKARANİ’Yİ ANMA HAFTASI UNUTULDUYA MI GELDİ!

Geçmiş yıllarda 10-17 Mayıs tarihlerini kapsayan günler, (Hazret-i VEYSELKARANİ’Yİ ANMA HAFTASI) olarak kutlanırdı. Koronavirüs Pandemisi sebebiyle 2 yılı es geçtik. Pandemi korkusu artık kalmadı gibi. Ancak, bu yıl da Veyselkarani’yi anma haftası es geçildi, gibi.

Bilindiği gibi Hazret-i Veyselkarani aynı zamanda ANNE SEVGİSİNİN SEMBOL İSMİDİR.  Peki, kimdir bu HAZRET-İ VEYSELKARANİ…

Adına izafe edilen türbelerden biri Baykan İlçemize bağlı Ziyaret (Veyselkarani) beldesinde bulunan Hazret-i Veyselkârani, İslâm dünyasında “HAYR-ÜT TABİİN” yani “TABİİNLERİN EN HAYIRLISI” unvanı ile bilinir ve anılır. Peygamber Efendimiz HAZRET-İ MUHAMMED’İ (O’na, cümle Peygamberlere al ve ashaplarına salat ve selâm olsun) baş gözüyle görmemekle beraber, iman gözüyle gören tabiinlerdendir.

YÜCE ALLAH’ın bir sırrı, bir hikmeti olarak, çok istemesine rağmen, Hazret-i Resulullah’ı görmek ve ashabı kiram sınıfına dahil olmak kendisine nasip olmamıştır.

Veyselkârani Hazretleri hakkında bilinenler çok azdır. Yemen’in Karen Köyünden olduğu, milâdi 550-560 yılları arasında doğduğu konusunda rivayetler vardır.

Hazret-i İSÂ’nın (aleyhisselâm) göğe çekilmesinden sonra, insanlar yeniden ve süratle bozulmuş, adına DEVR-İ FETRET denilen karanlık bir dönem başlamıştır. Milâdi 500 yıllarına doğru adlarına “HANİF” denilen ve Yüce ALLAH’IN birliğine inanan insanlar ortaya çıkmış, irşat görevine başlamışlardır. Putperestler tarafından hor ve hakir görülen HANİFLER, özellikle Arabistan yarımadasında boy göstermekteydiler. Tevrat ve İncil’deki bazı işaretlerden yola çıkarak, son Peygamberin dünyaya teşriflerinin yakın olduğunu biliyor ve bunu müjdeliyorlardı.

İşte, bu haniflerden biri de Yemen’de Muradoğlu kabilesinin ileri gelenlerinden AMİR’Dİ. Amir, bu yüzden kendi akrabaları tarafından bile “PUT DÜŞMANI” ilân edilerek dışlanmıştı.

Âmir’in eşi, kabilenin en güzel kadınlarındandı. Esma, Kocası Âmir’e inanıyor, güveniyordu. Kocasının telkiniyle o da haniflerden olmuştu. Ancak, kabilesi Amir’i ve eşi Esma’yı manevi abluka altına almışlardı. Onlarla konuşmuyor, alışveriş yapmıyor, yeniden putperestliğe dönmelerini sağlamak için mümkün olan her türlü hakareti yapıyorlardı.

Bu arada, Amir ve Esma’nın bir erkek çocukları doğdu. Adını ÜVEYS koydular. Amir, oğlu doğar doğmaz, diğer hanif arkadaşlarından öğrendiği “ALLAH” ve “MUHAMMED” adlarını kulağına defalarca okudu. Biliyordu ki, yeni doğan çocukların ilk duydukları kelimeler beyinlerine nakşedilir, asla silinmez.

Küçük Üveys 5 yaşlarına geldiğinde, babası hastalanmıştı. Daha gençti amma ölüm, genç-ihtiyar dinlemiyordu. Hastalanmasında, ailesine karşı uygulanan ambargonun da etkisi vardı. Öleceğini hisseden Amir, Üveys’i yaşlı gözlerle süzerek:

-Sana öğrettiğim ve hayatın boyunca hiç unutmamanı öğütlediğim o iki mübarek ismi söyle bakalım, dedi.

Üveys, saygılı bir üslupla ve taşıdıkları büyük manayı biliyormuşçasına:

-ALLAH ve MUHAMMED.. cevabını verdi.

Bunun üzerine Amir:

-Size bu iki mübarek isimden başka hiçbir miras bırakamıyorum. Amma bu iki kelime, en değerli hazinelerden daha değerlidir. Sakın, hiç unutmayın. Özellikle sen ey Esma, Üveys’in bu iki mübarek ismi unutmasına asla fırsat verme. Hayatta olduğun sürece hep telkinde bulun, dedi.

Eşini ve çocuğunu Allah’a emanet eden Amir, ebediyet âlemine intikal etti. Eşi ağlıyor, henüz ölümün ne olduğunu bilmeyen Üveys ise, Annesinin ağlamasına ağlıyordu.

Neyse ki, ölümünden sonra olsun akrabaları Amir’e ve ailesine sahip çıktılar. Amir’i defnettiler. Esma’ya da, putlara dönmesi için telkinde bulundular.

-Putlara dönmezsen, halin nasıl olur. Kocanın ölümünden ders al, dediler.

Esma da, onlara uymuş gibi yaptı. Bunu, oğlu için yapıyordu. Üveys 7-8 yaşlarına geldiğinde çobanlık yapmağa ve deve gütmeğe başladı. Üveys’in güttüğü develer, kendisine öyle itaat ediyorlardı ki, bunu gören Muradoğulları en azgın develerini özellikle O’na teslim ediyorlardı. Hem, Üveys’in güttüğü develer, daha bol süt vermekteydi.

Amir’in ölümüne çok üzülen Eşi Esma ise Hastalanmış, yatağa düşmüştü. Sol tarafına inme inen ve yatağa bağlı hale gelen Esma’ya oğlu Üveys’ten başka bakacak kimsesi yoktu.

Üveys, sabah erkenden kalkar, Annesinin temizlenmesine yardım eder, yatağını düzeltir, sütünü içirir, hayır duasını alır, develeri gütmeğe öyle giderdi.

Hemen her sabah, Üveys ile Annesi arasında geçen konuşma şöyle olurdu:

-Ey annelerin en güzeli, en tatlısı, en hayırlısı, Annem. İşte yatağını, yorganını düzelttim. Odanı sildim, süpürdüm. Etrafı derleyip, toparladım, sütünü hazırladım. Sana elimle içireyim. Sonra o güzel pamuk gibi yumuşacık elini öpeyim, hayır dualarını alarak gideyim. Gerçi, develeri otlatmağa gittiğim zaman da aklım hep sende. Ya bir ihtiyacın olursa, ya benim yapmam gereken bir durumla karşı karşıya kalırsan diye hep seni düşünmekteyim diyen Üveys’e, Annesinin de verdiği cevap aşağı yukarı hep aynı olurdu:

-Ey Oğlum, çocukların en güzeli, en sevimlisi, en tatlısı, en hayırlısı. Selâmetle git, selâmetle gel. Asıl, benim aklım sende. Bu küçük yaşına rağmen, bu kadar azgın develerle nasıl baş ediyorsun, diye öylesine üzülüyorum ki. Ah, Baban sağ olsaydı da, bu kadar ağır bir yük omuzlarına binmeseydi. Ya da, ben kötürüm olmasaydım, sana yardımcı olabilseydim. Ne yapayım ki, ben sana ancak ayak bağı olmaktayım. Amma, senin bir sahibinin olduğuna inanıyorum. Seni kollayan, gözetleyen kadir, muktedir bir sahibin var. Bunu hissettiğim için teselli bulmaktayım. Ey Üveys, develeri otlatıp geri döndükten sonra, sakın gecikme. Beni meraka düşürme. Hasta yatağında, seni bekleyen bir annenin olduğunu unutma.

Bu konuşmalardan sonra Üveys, Annesinin ellerini öper, bir başka arzusu olup olmadığını sorar, hayır duasını aldıktan sonra, evden çıkarak deve sahiplerinin evlerine bir-bir uğrayarak develeri alır, en güzel otlaklara götürürdü. Develer de eğitilmiş, disiplinli birlikler gibi hareket eder, en ufak bir aksilik göstermez, hele “DEVE İNADI”nı hiç yaşatmaz, Üveys’in yanında kuzu gibi olurlardı.

Üveys, develeri güderken, bir taraftan da bütün HANİFLER gibi, etrafta olup bitenleri hayretle seyrediyor, kâinattaki nizamı, intizamı, dağları, taşları, nehirleri, ağaçları, binbir çeşit hayvanları düşünüyor, bütün bunların BİR TEK YARATICININ eserleri olduğunu hissederdi. Bu öyle bir yaratıcıydı ki ÇOK KADİR, MUKTEDİRDİ. Kâinatta öyle bir nizam vardı ki, bu nizamın TESADÜFLERİN ESERİ OLMASI BİNLERCE KEZ MUHALDİ. Bu nizamı, intizamı tesadüflere bağlamak ise AHMAKÇA bir düşünceden ibaretti.

Bu arada, Babasının kendisine öğrettiği (ALLAH-MUHAMMED) kelimelerini hiç dilinden düşürmüyordu. Bu iki kelimeye, tam manasıyla âşıktı.

Üveys, bir gece rüya gördü. Bu rüya, arada-sırada gördüğü SADIK RÜYALARDAN biriydi. Rüyasında, Güneşin doğuşunu görüyordu. Karanlıkları yırtarcasına doğan güneş, MEKKE’DEN, KÂBE’NİN üzerinden doğmaktaydı.

Yine rüyasında bir ses O’na:

-“Ey Üveys, işte senin güneşin, işte, senin âşık olduğun ahir zaman Peygamberi dünyaya teşrif etti. BU DOĞAN GÜNEŞ, ŞEMS-İ MUHAMMED’TİR.” diye seslenmekteydi.

Develeri güderken, yakınından geçen kervanlardan Mekke’yi, Kâbe’yi duymuş, Ahir zaman Peygamberinin doğuşunun yakın olduğunu öğrenmişti. Artık, Babasının kendisine bellettiği ve zihnine nakşettiği “MUHAMMED” adının, geleceği müjdelenen AHİR ZAMAN PEYGAMBERİ olacağını biliyor, dünyaya teşriflerini bekliyordu.

Evet, Hazret-i Veyselkârani bir RESULULLAH ÂŞIĞIYDI. Bu öylesine bir aşktı ki, ilham yoluyla varlığından haberdar oluyor, anbean onunla yaşıyordu. Hazret-i MUHAMMED’İN (O’na al ve ashabına salat ve selâm olsun), dünyaya teşriflerini, Peygamber oluşunu, Peygamberliğini ilân edişini, Mekke’den, Medine’ye hicretlerini ilham yoluyla hissetmekte ve Onunla birlikte olamamanın acısını yüreğinde duymaktaydı. Amma ne yapsın ki, Anasını bırakarak gitmesine imkân yoktu. Anneye bakmanın, kutsallığının ve sorumluluğunun idraki içindeydi.

Nihayet, Annesine durumunu açıkladı. HAZRET-İ RESULULLAH’I GÖREBİLMESİ İÇİN kendisine müsaade etmesini diledi. Oğlunun, HAZRET-İ RESULULLAH’IN AŞKIYLA NE DENLİ YANDIĞINI BİLEN VE ASLINDA KENDİSİ DE AYNI HİSLERLE DOLU OLAN ANNESİ, ÜVEYSE ŞARTLI DESTUR VERDİ. MEDİNE’YE GİDECEK, AMA ORADA BULAMAZSA BEKLEMEDEN GERİ DÖNECEKTİ.

Annesinden aldığı bu müsaade üzerine, bir aylık yolu yaya yürüyerek Medine’ye ulaşan Veyselkârani Hazretleri, Medine’nin sokaklarda oynaşan çocuklardan, HAZRET-İ RESULULLAH’ın evini sorarak öğrenmiş ve kapıyı büyük bir edeple çalarak HAZRET-İ RESULULLAH’I sormuş. O esnada, evde bir rivayete göre Hazret-i Aişe Annemiz, diğer bir rivayete göre de, Hazret-i Fatıma Anamız vardı. Kapıyı çalan kişiden ne istediği sorulduğunda, Hazret-i Üveys, kendisini tanıtıp, HAZRET-İ RESULULLAH’I ziyaret etmek istediğini söylemiş.

Kendisine, Hazret-i Resululluh’ın evde olmadığı (bir kavle göre Tebbük Seferinde olduğu) iletilince, derin bir hasret çeken Hazret-i Üveys, annesinin vasiyeti ve durumu yönünden beklemesinin mümkün olamayacağını yana, yakıla anlatmış, HAZRET-İ RESULULLAH’A selâm ve hürmetlerinin iletilmesini dileyerek, geri dönmek zorunda kalmıştır.

Yine rivayetlere göre, birkaç saat veya birkaç gün sonra HAZRET-İ RESULULLAH TEBBÜK GAZVESİNDEN geri dönüp, Hane-i Saadete teşrif ettiklerinde, ev halkının anlatmalarına fırsat kalmadan:

-HANEMİZE, “ÜVEYS” ADINDA BİRİ GELDİ Mİ? diye sormuşlar.

Hane-i saadet halkı, durumu anlattıklarında Peygamber Efendimiz:

-ÜVEYS BENİ, BEN ÜVEYSİ ÇOK SEVERİM buyurmuşlar.

Sonra, CÜBBE-İ ŞERİFLERİNİ ÇIKARARAK, bir daha Medine’ye gelmeleri halinde Üveys’e verilmesini tavsiye etmişler.

Hazret-i Resulullah’ın, mübarek cübbelerinin Hazret-i Veyselkârani’ye verilmesi şekli de ihtilâflıdır. Bir rivayete göre, Peygamber Efendimizin İRTİHALLERİNDEN takribi beş yıl sonra Annesi vefat eden ve bu açıdan hür kalan Hazret-i Veyselkârani bizzat Medine’ye gitmiş ve kendisini tanıtmıştır. Bunun üzerine, Peygamber Efendimizin vasiyetleri gereği mübarek cübbeleri, kendisini verilmiştir.

Diğer bir rivayete göre, yine Peygamber Efendimizin irtihallerinden sonra Hazret-i Ömer, Hazret-i Ali ile birlikte Yemen’in Karen köyüne giderek kendisini arayıp bulmuşlar ve HAZRET-İ RESULULLAH’IN vasiyetleri gereği hırka-i şerifi kendisine takdim etmişler.

Yüz yıl kadar yaşadığı rivayet edilen Hazret-i Veyselkârani’nin vefatının nasıl olduğu konusu da ihtilâflıdır. Bazı kaynaklara göre, Hazret-i Ömer’in hilafeti zamanında AZERBAYCAN SAVAŞLARINA katılan Hazret-i Veyselkarani, bu savaşlar sırasında hastalanarak vefat etmiştir.

Bazı kaynaklar ise Hazret-i Ali ile Muaviye arasındaki savaşta, Hazret-i Ali taraftarları arasında yer aldığını veya savaşı durdurmak için arabulucu olmak istediği sırada vefat ettiğini söylerler.

Hazret-i Veyselkârani’nin, gerçek Kabri’nin nerede olduğu da ihtilaflıdır. Halk tarafından sevilen ve sayılan zatlara birçok makamlar maledilmiştir. Bunun, birçok örnekleri vardır. Her ne kadar keşif ve keramet ehli zatlar, Hazret-i Veyselkarani’nin gerçek makberinin, Siirt’in Baykan ilçesinin Ziyaret beldesinde bulunan yer olduğu konusunda işaretler vermişlerse de Şam’da, Yemen’de, Beyrut’ta, Mardin’de, hatta, Bursa’nın Gemlik yolu üzerinde türbelerinin bulunduğu ve bu makamlarının da ziyaretçilerle dolup taştıkları bilinmektedir.

VEYSELKARANİ HAZRETLERİ HAKKINDAKİ HÂDİS-İ ŞERİFLER

Hazret-i MUHAMMED’in en sadık âşıklarından biri olan Hazret-i Veyselkârani ile ilgili tespit edebildiğimiz ve sahih olduklarına güvenilen birkaç hâdis-i şerifi sunalım:

Hazret-i Ömer buyurmuşlar ki:

-Resulullah’tan duydum. Tabiinlerin en hayırlısı ÜVEYS denilen bir adamdır. O’nun, haklarına çok riayet ettiği, sevdiği, saydığı hasta bir annesi vardır. Kendisi de SEDEF denilen bir cilt hastalığına tutulmuşken, yaptığı dualar sonucu o hastalığından kurtulmuştur. O’nu görürseniz, size dua etmesini isteyiniz.

Useyr Bin Cabir buyurmuşlar ki:

-Küfe ehli, Hazret-i Ömer’i ziyarete gelmişlerdi. Onlara: “Aranızda, Üveys Bin Amr adlı bir kimse var mı?” diye sordu. İçlerinden biri, “O kişi benim.” Dedi. Bunun üzerine Ömer sorularına devam etti. “Murat Kabilesinin, Karen Aşiretinden misin? Yine: “Evet” cevabını aldı.

Hazret-i Ömer yine sordu:

-Sende sedef hastalığı vardı da, dua edip ondan kurtuldun mu?

“Evet” cevabını alınca, o hastalığın bir işareti olarak dinar büyüklüğünde bir lekenin kalmış olması lâzım, dedi.

Hazret-i Üveys, o işareti gösterdi. Bunun üzerine Hazret-i Ömer buyurdu ki:

-Hazret-i Resulullah’tan duydum ki, “Üveys bin Amr adlı kişi, Yemen ehliyle birlikte size gelecektir. O Murat Kabilesinin Karen Aşiretine mensuptur. O’nun bir alâmeti daha önce sedef hastalığına yakalanıp, yaptığı dua sayesinde ondan kurtulması ve bunun nişanesi olarak vücudunda kalan bir dinar büyüklüğündeki lekedir. Annesine çok müşfiktir. Allah’tan bir dilek dilerse Hazret-i ALLAH muhakkak duasını kabul eder. O’nu görürseniz, duasını isteyiniz” buyurdu.

Bunu söyledikten sonra, Hazret-i Ömer, Hazret-i Veyselkârani’nin duasını talep etti. O da, Hazret-i Ömer’e duada bulundu.

Peygamber Efendimizin, Veyselkarani hakkındaki birkaç hâdis-i şeriflerini  daha sunalım:

-Muhakkak ki bana, Yemen tarafından Rahmani bir koku gelmektedir.

-Üveys, benim HALİLİMDİR.

(Burada ‘HALİL’ kelimesi ‘DOST’ anlamındadır. Hazret-i İbrahim’in, YÜCE ALLAH’IN HALİLİ OLMLASI GİBİ!)

-Şimdiden, cennet ehlini görmek isteyen, Yemen’in karen köyüne gitsin. Erken saatte yola çıksın. İlk olarak geçecek sarıklı ve eski elbiseli deve çobanı Üveys’i görecektir. İşte O, cennet ehlidir.

-Veyselkarani, Tabiinlerin en hayırlısıdır.

-Benden sonra hırkamı Üveyse veriniz.

ÜVEYSİLİK NEDİR

Hazret-i MUHAMMED’İN (O’na, al ve ashbına salat ve selâm olsun) vefatlarından sonra, İslâm dininde birçok tarikatlar türemiştir. İnsanları, hakka ulaştırmayı amaçlayan bu tarikatların hepsinin de bir mürşidi vardır. Tarikatların en yaygın olanları Nakşibendi, Kadiri, Servendi, Çeşti, Halveti’dir. Bunların dışında daha birçok tarikatlar da bulunmaktadır. Tarikatların ortak özellikleri, hepsinin de bağlı oldukları bir tarikat şeyhlerinin bulunmasıdır. Bu tarikatların silsileyi yürüten kolları vardır.

ÜVEYSİLİK ise hiçbir tarikata, şeyhe intisap etmeden ALLAH’I aramak, bulmak ve ulaşmak metodudur. Veyselkarani de hiç kimseye intisap etmeden, hatta, Resulullah’ı dahi görmeden akıl ve tefekkürle ALLAH’ın varlığını kabul etmiş, Yaratıcıya ibadet ederek, makam sahibi olmuştur. O’nun, Hazret-i Resulullah’tan haberdar olması İlahi bir ilhamın eseridir.

İşte, hiçbir tarikata intisap etmeden İslâmi çerçevede kalmak şartıyla, ALLAH’A ulaşmak isteyen ibadet, takva ve tasavvuf ehline bu sebeple “ÜVEYSİ” denilir. Üveysiler, hazret-i Veyselkârani’ye de tabi değillerdir. Doğrudan doğruya Allah’tan ve Resulullah’tan feyz almak için çalışır ve ibadet ederler. Hazret-i Veyselkârani’nin metodu olması sebebiyle bu gibilere “ÜVEYSİ” denile gelmiştir.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER