Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Cüneyt ARITÜRK
Cüneyt ARITÜRK

YAŞLILAR HAFTASI DOLAYISIYLA!

Bilindiği gibi 18-24 Mart tarihleri arası Yaşlılar Haftasıdır. Bunun yanında Birleşmiş Milletler Teşkilâtı da 1 Ekim Günlerini “Dünya Yaşlılar Günü” olarak ilân etmiştir. “Ölüm yine olsaydı da, ihtiyarlık olmasaydı” özdeyişi Kürtçe bir atalar sözünün tercümesidir. İnsanoğlu için ihtiyarlığın ne kadar çetin bir süreç olduğunu anımsatmak açısından söylenmiştir. Yaşlılık veya diğer tabiriyle ihtiyarlık insanoğlunun en zor dönemleridir.

Ancak,  “insan kendisini hissettiği yaştadır” deyimini de yabana atmamak gerekir. Yaş itibarıyla İHTİYAR olarak nitelenebilecek kişiler vardır ki, hiçbir şekilde hayattan kopmaz, sürekli bir faaliyet içinde olurlar. Ne var ki, böyle olanlar oran itibarıyla çok azdırlar. İnsanların yaş ortalamaları giderek yükseliyor. Daha önce 60-65 yaş dilimindekiler ihtiyar olarak kabul edilirken, şimdi 75-80 yaşları arası dahi orta yaş düzeyi olarak tanımlanmakta.

İnsanların bebeklik, çocukluk, gençlik, orta yaşlılık ve ihtiyarlık gibi evreleri vardır. Genelde 0-12 ay arası yeni doğanlara BEBEK, 1-15 yaş arası olanlara ÇOCUK, 15-35 arası kişilere GENÇ, 35-65 arasındakilere ORTA YAŞLI ve 65 yaşından büyüklere İHTİYAR denilmekle birlikte, kişinin kendisini hissettiği yaşta olduğu tezini de yabana atmayalım.

İnsanlık tarihinden örneklerle bu tezi kanıtlayalım. Kristof Kolomb Amerika’yı keşfe çıktığı ilk yolculuğunda 50 yaşını çoktan aşmış durumdaydı. Pasteur kuduz asısını bulduğunda 60 yaşındaydı. Mimar Sinan, Süleymaniye camisini bitirdiğinde 70 yaşını geçmişti. Selimiye camisini tamamladığında ise yaşı 86’yı bulmuştu. Galileo, ayın günlük ve aylık çizimlerini yaparken 73 yaşındaydı. Charlie Chaplin, 76 yaşında film yönetmenliği yaparak hala işinin başındaydı. Goethe, en büyük eseri Faust’u ölümünden bir yıl önce, yani 82 yaşında bitirmişti. Nobel ödüllü Alman doktor Albert Schweitzer 88 yaşına rağmen Afrika hastanelerinde durmaksızın çalışarak ameliyat yapıyordu. Ressam Titian 99 yaşında hayata gözlerini yumdu. “Lepanto Savaşı” adlı ünlü tablosunu ölümünden bir yıl önce tamamladı.

Dört defa İngiltere başbakanı seçilen Gladstone, son kez göreve geldiğinde yaşı 83’tü.

Bu bir gerçektir ki, insan, kendine olan güveni derecesinde genç, şüphesi derecesinde yaşlıdır. Cesareti derecesinde genç, korkuları derecesinde yaşlıdır. Ümitleri derecesinde genç, ümitsizliği derecesinde yaşlıdır. Hiç kimse fazla yaşamış olmakla ihtiyarlamaz. İnsanları ihtiyarlatan, ideallerinin gömülmesidir. Seneler cildi buruşturabilir. Fakat heyecanların teslim edilmesi ruhu buruşturur. İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar, halbuki yaşamadıkça yaşlanırlar.

İnsan ihtiyar olmaya karar verdiği gün ihtiyardır. Güzellikleri görme yeteneğini kaybetmeyenler asla yaşlanmazlar. Yaşlanmak bir dağa tırmanmak gibidir. Çıktıkça yorgunluğunuz artar. Nefesiniz daralır ama görüş alanınız genişler.

“Beynimiz yeni tecrübeler keşfettiği sürece insan genç sayılır.”

Yaşlılar Haftasındayken Şehrimizde yaşlılar evi kurulmasının gereği konusunda görüşlerini dile getirenler bulunmaktadır. Adına “HUZUR EVİ” de denilen ve kimileri tarafından “DARUL ACEZE” olarak da anılan bu kuruluşlar, büyük aile kavramından, çekirdek aile kavramına dönüşen günümüzde işin doğrusu bir ihtiyaç gibi ortaya çıkmış bulunmaktadırlar. Devlet tarafından yapılanlar yanında, özel sektör tarafından yapılan ve işletilen bu yuvalarda yaşayanların mutlu olduklarını söyleyebilmek oldukça zor! Hatta gerçek dışı!

Düşünün ki, ailesini geçindirmek için yıllarca çaba sarfetmiş, torun, torba sahibi olmuş ve bu uğurda saçını süpürge etmiş ailenin yaşlı bireyini götürüp adı huzur evi, dar-ül aceze veya yaşlılar evi olan yuvaya götürüyorsunuz. Belki, götürdüğünüzün ilk aylarında biraz ilgi, alaka gösteriyor, sonra unutarak, bayramdan bayrama dahi hatırını sormak ihtiyacını hissetmiyorsunuz. Böyle bir kimsenin, yaşadığı ortamın şartları ne kadar iyi olursa olsun, huzurlu olması mümkün olur mu! Siz onu unutsanız bile, o sizi unutamaz, her zaman durumunuzu merak eder, ayağınıza batmış bir iğnenin şüphesi bile onu ürkütmeye yeter!

Aslında, bu gibi yuvaların adları ne (Huzur Evi),ne (dar-ul aceze) ve ne de (yaşlılar evi) değildir. Asıl adlarının (DAR-IL METRUKİN = TERKEDİLMİŞLERİN YURDU) olması gerekir. Gerçekte, o insanlar terk edilmişlerdir. Onların rahat ve huzur içinde olduklarını zannetmek ham hayalden ibarettir!

Yeri gelmişken, konuyla ilgili yaşanmış bir anekdotu anımsatalım:

Hanımının dırdırına daha fazla dayanamayan adamcağız, yaşlı babasını dar-ul acezeye götürmeye karar vermir. Babasını bir küfenin içine koyarak sırtına koyar ve dar-ul acezenin yolunu tutar. Bu arada, yaptığı işin aslında ne kadar kötü olduğunu da düşünmekten kendisini alıkoyamaz! Çocuk olduğu yıllarda, babasının kendisine gösterdiği ilgi ve şefkat sinema şeridi gibi gözlerinin önünden geçer. Kendisini her kötülüğe karşı var gücüyle koruyan, büyütüp adam eden, meslek sahibi yapan, sevgi ve şefkat meleği babasını şimdi yaşlandı diye ve hanımının dırdırı yüzünden götürüp dar-ul acezeye bırakacak!

Genç adam, bu düşünceler içinde küfe içinde taşıdığı babasını biraz da yorulduğu için sırtından indirip, bir çeşmenin başında durup dinlenirken, jetonu düşer. Kendi kendisine:

-Ben ne yapıyorum! Şefkat meleğim babamı kendi elimle götürüp dar-ul acezeye mi bırakacağım. Ben ne kadar aptal, ahmak, nankör bir evlatmışım! der.

Bu düşüncesiyle, babasına seslenir:

-Babacığım, beni affet! Seni götürüp dar-ul acezeye bırakacaktım. Amma anladım ki, bunu asla yapamam. Tekrar eve gidiyoruz. Hanım ağzını açacak olursa, üç talakını verir, boşarım. Sen benim babamsın, seni boşayamam ki!

Babası, sükûnet içinde şu cevabı verir:

-Oğlum ben de babamı dar-ul acezeye götürmek için bu çeşmeye kadar getirmiş, sonra, bunu yapamayacağımı anlayarak, annenle kavga etmek pahasına, aynen buradan eve geri götürmüştüm!

Kıssadan, hisse alınması dileklerimizle…

ANEKDOT

Nasrettin Hoca Merhum, eşeğine binecek olmuş, ancak, ne yaptıysa bir türlü binemeyince yüksek sesle:

-Ah gençlik! Ah gençlik! diye söylenmiş. Ancak, etrafına bakınıp kimseler olmadığını görünce rahatlamış ve kendi kendisine söylenmiş:

-Atma Nasrettin atma! Biz senin gençliğini de biliriz.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER