Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Ahmet ARITÜRK
Ahmet ARITÜRK

ARAPÇA KONUŞMAYI YASAKLAYAN VALİ

Siirt eski Valilerinden İzzettin Çağpar’ın, Arapçayı yasaklamasıyla ilgili bir anekdotu sunarak yazımıza başlayalım. İşte, o anekdot:

“1939-1940 yılları arasında kısa bir süre Siirt Valiliği yaptı.

Atatürk’ün vefatından sonra Cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü’nü döneminde Siirt’te valilik yapan İzzettin Çağpar resmi dilin Türkçe olması yasasını öylesine abartmış ki, resmi binalar ve resmi yazışmalar dışında neredeyse evinde bile Türkçe dışında bir dil kullananlara yönelik bir mecidiyelik (iki adet on kuruş) para cezası uygulamasını başlatmış ve bunu Allah’ın emri gibi yürürlüğe koymuştu. Siirt’te bir yıldan az bir süre valilik yapabilmiş olan bu zat-ı muhterem zamanında belediye zabıtası aracılığıyla şehirde estirilen şiddet öyle bir boyuta gelmiş ki, halk, bir mecidiyelik para cezasını umursamaktan değil, o zaman bu işlere bakan belediye binasına apar topar götürülüp hakaretlere maruz kalmamaktan çekindiği için ara sokaklarda bile, aslı Arapça olan “merhaba ve selamün aleyküm” kelimelerini dahi kullanamaz olmuş. Sebebi ise, o günleri hatırlayanların yorumuyla, tek kelimeyle suçlunun(!) onuruna yönelik saldırılarmış.

O günleri anlatanlar, Siirt eşrafından Molla Tayyip ve Appo Mellé Mustafa’nın, asıl adı Meşayihler Çarşısı olan (SOKUL MEŞEYEĞ) mahalde karşılaştıklarında, birbirlerine dolu dolu gözlerle bakıp; “Nasıldır? İyidir,” deyip geçip gittiklerini, çünkü hem akraba, hem de dost olan bu iki insanın sohbet edecek kadar Türkçe kelime bilmediklerini eklemektedirler.

Gelgelelim, dönemin ortaokul mezunu, gayet iyi Türkçe bilen Fazıl Bey bu işe fena halde içerlenir ve tavrını koyar. Arapça kelimelerle; “Vallahi, madem İzzettin efendi bize Arapçayı yasakladı, ben de kendime Türkçeyi yasaklıyorum!” diye ant içer. Ve oturup kalktığı her yerde Arapça konuşur, halka, yasanın resmi yazışmalar ve resmi daireler için geçerli olduğunu anlatıp, “Gazi’nin yasası böyle değildi” diyerek onları resmi daireler dışında her yerde Arapça konuşmaya teşvik eder. Gayet tabii ki zabıta devreye girer. Ama Fazıl Bey’i yaka paça Belediyeye götürmek, hele hele ona hakaret etmek kimin haddine. Fazıl bey, Belediyede bile savunmasını Arapça yapar. Savunmasını alan kâtibe; “kişi hasta olduğunda hangi dille inleyip ah anne diyorsa, başı sıkıştığında hangi dille dua ediyorsa ben de aynısını yapıyorum. İncinmiş bir insanım. O yüzden Arapça dışında bildiğim diğer dilleri (Türkçe, Farsça ve Fransızca) unuttum. Hatırladığımda kâğıdı kalemi alıp Başbakana dilekçe yazacağım, der. Gözaltında tutulur. Hem para cezası verecek, hem belki de hapishaneyi boylayacaktır. Sonunda zamanın Başbakanı Dr. Refik Saydam’a bir dilekçe yazar. Dilekçe Başbakanlığa ulaşır ulaşmaz Fazıl Bey beraat eder, resmi daireler dışında Arapça yasağı kalkar ve İzzettin Çağpar merkeze alınır.

Gelişme şehirde bayram havasında karşılanır.”

Bunu da yeri gelmişken anımsatalım. Geçmiş yıllarda, Bölgemizde Kürtçe ya da Arapça olan köy ve mahalle isimlerinin değiştirilmeleri bir hataydı. Ama yanlışları, yanlışla düzeltmek yanlıştır. Deniliyor ki, adları Kürtçe iken geçmişte değiştirilen ve Türkçeleştirilen köylere, yeniden eski isimleri verilecekmiş. Böyle bir durum, yanlışı, yanlışla düzeltmek olur. Ya, daha önce hiç değiştirilmeyecekti, ya da, değiştirildikten sonra, eski isimlere dönüş yapılmamalı.

Değişikliklerin birçoğuna şahit olduk. Eski isimleri unutup, yeni isimleri öğreninceye kadar, vatandaşlar olarak neler çektik. Eskiye dönüş gerçekleşirse, yaşanan kargaşa yeniden yaşatılacak, demektir. Kısacası, “eski isim-yeni isim” diye, yine sıkıntılara düşülecek…

Zihinleri karıştıracak böyle bir duruma meydan verilmemeli, eski isimler getirilecek diye, kafa karışıklığına yol açılmamalıdır. Şunu belirtelim ki, adları değiştirilmiş köylerin büyük çoğunluğu zaten boşaltılmış durumda. Boşalmış olan köylerin adları Türkçe olmuş, Kürtçe olmuş fark etmez. Devlet, isimlerini değiştirdiği köylere, yeniden eski adlarını vermeğe kalkışırsa, bu açık bir taviz olur. TAVİZ, YENİ TAVİZLERE YOL AÇAR.

Evet, geçmişte köylerin adlarının değiştirilmesi hataydı. Değiştirilmemeleri gerekirdi. Amma, değiştirdikten ve aradan bunca yıl geçtikten sonra tekrar değiştirmeğe kalkışırsanız, bunun adına TAVİZ VERMEK denilir. O zaman, Devletin gücü tartışma konusu olur. Hele, bu iş bir tarafın istemi ve ağırlık vermesi sonucu yaşanırsa hiç de iyi olmaz.

ARAPÇA YASAĞIYLA İLGİLİ BİR ANEKDOT: POLİS OLMUŞ AMMA, DAHA  TÜRKÇE KONUŞMASINI BİLMİYOR!”

Cumhuriyetin ilk yıllarında doğru, dürüst Türkçe konuşmasını bilen Siirtlilerin sayısı parmakla gösterilecek kadar azmış. Şehrin yerlileri, günümüzde de devam eden bozma bir Arapça (SİİRTÇE) ile konuşurlarmış. Okullar yeni, yeni kurulmaya başlandıktan ve yerli halk, çocuklarını okullara göndermeğe başladıktan sonra, Türkçe konuşanların sayısı artmağa başlamış. Günümüzde ise yeni nesil Siirtliler arasında SİİRTÇE BİLMEYEN çocukların ve gençlerin sayıları hayli kabarık.

Bu anekdotumuz, Şehrimizde Türkçe bilenlerin sayılarının parmakla gösterilecek kadar az olduğu yıllara aittir. Yine anlatıldığına göre, o yıllarda Şehrimizde su ve elektrik de yokmuş. Şehrin asayişini 2-3 polis, 2-3 bekçi hem de en mükemmel şekilde sağlıyorlarmış.

Siirtlilerin genelde Türkçe bilmedikleri, elektrik olmadığı için gece saatlerinde kandillerle veya el fenerleriyle gece ziyaretlerine gidildiği o dönemlerde, İlimize yeni atanan bir Vali (İZZETTİN ÇAĞPAR), Arapça konuşmayı yasaklamış. İşte, Arapça konuşmanın yasak olduğu o dönemde bir Hemşerimiz, hanımıyla birlikte kavurma ziyafeti için davetli olduğu kayınpederinin evinden geri dönüyorlarmış. O sırada, devriye gezen bir polis önlerine çıkmış. Elindeki feneri, Siirtlinin yüzüne tutup sormuş:

-Gecenin bu saatinde nereden geliyor, nereye gidiyorsunuz?demiş.

Türkçe bilmeyen Siirtli ferasetiyle, polisin kendisine nereden gelip, nereye gittiklerini sorduğunu anlamış ve cevap vermiş:

-MIN BEYT EHMESİNDEN!

“Kayınpederimin evinden” anlamında!

Tabii, cevabın tümü SİİRTÇE! Siirtli hemşerimiz kurduğu cümlenin sonuna (DEN) takısını ekleyince, Türkçe konuştuğunu zannediyormuş. Ancak, polis bir şey anlamadığı için sormaya devam etmiş:

-Ne diyorsun, anlayamadım?

Siirtli anlatmağa devam etmiş:

-KELİYESİNDEN!

KELİYE Siirt’çe (KAVURMA) demek. Böyle söyleyince, Polisin kavurma için davet edildiğini anlayacağını zanneden Siirtliye, Polis yine bir şey anlamadığını ifâde etmek için sorulara devam etmiş.

Bunun üzerine Siirtli, geniş bir şekilde olayı anlatmağa başlamış:

-RIHNA BEYT EHMESİNDEN, TAKTAKINDEN, RAKRAKINDEN, KELİYESİNDEN, GERGİŞ-MERGİŞ!

Böyle konuşan Siirtli, sözüm ona Siirt’çe kelimelerin sonuna getirdiği (DEN) TAKISIYLA TÜRKÇE KONUŞTUĞUNU ZANNEDİYORMUŞ. Kurduğu uzun cümle ile polise anlatmak istediği de şuymuş:

-Kayınpederlerimize gitmiştik. Kavurma yaptıkları için bizi davet etmişlerdi. Kapılarını TAK-TAK, RAK-RAK çaldık. Önümüze kavurma ve et koymuşlardı. İştahla yedik!

Siirtlinin son cümlesinden de bir şey anlamayan polis, netice itibarıyla karı, kocanın bir aile gezisinden döndükleri kanaatine sahip olarak:

-Ne dediğinden hiçbir şey anlamadım, hadi yoluna devam et, git!demiş.

Polisin eliyle yaptığı işaretin “yolunuza devam edin” anlamına geldiğini anlayan Siirtli, gururlanarak karısına söylenmiş:

-Polis olmuş ama, daha Türkçe konuşmasını bilmiyor!

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER